Insanmucizedir's Blog

Just another WordPress.com weblog

Suriye’deki Olayların Bitmesi İçin Tek Çözüm Türk İslam Birliği’dir

Suriye’de şu ana kadar ateşkesler, büyük özverilerle gerçekleştirilen insani yardımlar, protestolar ve başka herhangi bir gayret, zulme ve zalimlere karşı kesin bir çözüm olmamıştır. Çünkü bu önerilerin tümü geçici çözümlerdir.

Zalimlerin hakimiyeti ve onlarca yıldır İslam âleminde yaşanan tüm sıkıntıların nedeni birlik olunmamasıdır. İman edenlerin birlik olmasının önemini, nasıl bir güzellik olduğunu kavrayamamalarıdır. Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhuru ve İslam Birliği olmadan fitne kalkmaz, kargaşa bitmez, dinmez ve rahatlık olmaz. Tek çözüm Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle kurulacak olan Türk İslam Birliği’dir.

270560 suriye

Suriye’de yaşanan olayların etkisi gün geçtikçe artmaktadır. 21 aydır devam eden olayların çözümüne yönelik herhangi bir sonuca ulaşılamadığı için, bu süre içinde 30 bin insan hayatını kaybetmiş, kayıtlı mülteci sayısı ise 380 bini aşmıştır. Özellikle Ağustos ayından itibaren komünist derin devletin askeri saldırılarını arttırmasıyla sivil halk büyük yıkım ve zarara uğramıştır. Günümüzde Suriye’de yaşanan bu olaylara Peygamber Efendimiz (s.a.v.) pek çok hadisinde dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkış alametlerinden biri olan Suriye’deki olaylar, hadislerde bildirildiği gibi Allah’ın izniyle Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle çözülecektir.

İnsani Yardımlar Suriye’deki Sorunlara  Çözüm Olamaz

Suriye’ye başta Avrupa Birliği olmak üzere zaman zaman dünyanın farklı ülkelerinden yiyecek ve tıbbi yardım yapılmaktadır. Ancak çatışmaların sürekli yer değiştirmesi nedeniyle bölgeye yardımların ulaştırılmasında sıkıntı yaşanmakta, gönderilen yardımlar da yetersiz kaldığından halkın ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Pek çok ülke ise beklenen derecede büyük yardımlar yapamamaktadır. Çünkü zengin ülke olarak tanımlanan ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde bile yoksulluk önemli bir problem oluşturmaktadır. Tüm dünyada yaşanan ekonomik kriz sonucunda ortaya çıkan işsizlik, sosyal güvenlik sistemlerindeki boşluklar gibi problemler zengin ülkelerdeki yoksulluğun artmasına neden olmaktadır. Çin ve Rusya gibi komünizmin etkisinin hissedildiği ülkelerde ise genel olarak tüm bireylerin yaşam düzeyleri düşük olduğundan yoksulluğun başka bir boyutu görülmektedir. Kısacası zengin ülkelerden gelenler de dahil olmak üzere Suriye’ye yapılan insani yardımlar bu ülkede yaşanan sıkıntılara çözüm sunmaktan çok uzak kalmaktadır.

Elbette insani yardımların yapılması, güçsüz ve zayıf bırakılmışların her türlü ihtiyacının karşılanması Allah’ın Kuran’da emrettiği güzel bir ahlak özelliğidir. Ancak bu, tek başına, insanların sorunlarının çözümü için yeterli değildir. Çünkü bu yardımların kim tarafından ve nasıl dağıtılacağı yani milletin menfaatinin gözetilip gözetilmeyeceği de olayın bir başka boyutudur. Bugün Suriye’deki olaylarda görünen tablo, bu bölgede zalim ve komünist ideolojinin etkisinin çok yoğun olduğudur. Din ahlakının yaşanmadığı bu ortamda  adaletli, merhametli ve vicdanlı bir dağıtımın gerçekleşmesi elbette beklenemez.

Diğer taraftan insanların hayat şartlarının iyileştirilebilmesi için ülke içinde bir düzenin ve istikrarın mevcut olması çok önemlidir. Bu istikrar ekonomiden sosyal yaşama kadar her alana hakim olmalıdır. Ülke bu bakımdan da tam bir karmaşa içindedir. Sonuçta insani yardımların çözüm olması, bu yardımların küçük etkisinin büyük sonuçlar doğuracağının beklenmesi çok büyük bir hatadır. Çünkü Allah bu konuda tüm inananlar için tek bir çözüm bildirmiş ve birleşmelerini emretmiştir:

“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff Suresi, 4)

İnsani Koridor,  Sınır Ötesi Operasyon ve Ateşkes Gibi Öneriler Akan Kanın Durmasına Engel Olamaz

Suriye’deki zulme çözüm olarak öne sürülen insani koridor, tampon bölge ve sınır ötesi operasyon girişimleri de buradaki akan kanın durmasına engel olamaz. Çünkü insani koridor ve tampon bölgenin oluşturulması halinde bunu kimin koruyacağı ayrı bir sorun haline gelecektir. Ateşkes önerileri de sonuçsuz kalmıştır. Nitekim Kurban Bayramı’nda ateşkes önerisine taraflardan olumlu cevap gelmesine rağmen, Suriye’de bayram boyunca 425 kişinin hayatını kaybettiği haberleri basında sıkça yer almıştır. Bu önerilerin sonuç getirmemesinin nedeni çözümün hep yanlış sistemlerde aranmış olmasıdır.

Mültecilerin Barındırılması Savaşın Sona Ermesini Sağlamaz

Suriye’deki savaştan ve zulümden kaçan insanların büyük bir kısmı Türkiye’de ve çevre komşu ülkelerde çadır veya konteyner kentlerde yaşamlarını devam ettirmektedirler. Elbette zorda kalan, yardım talep eden kişilere yardım yapılması, haklarının korunması, onlara en rahat edecekleri ortamlar hazırlanmaya çalışılması Kuran ahlakının gereğidir. Kuran ahlakını yaşayan Müslümanların bu kişilere karşı olan tutumları ayetlerde şöyle haber verilmiştir:

“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin “cimri ve bencil tutkularından” korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9)

Ülkemiz de Kuran’ın bu hükmünün gereği olarak sığınan mültecilere elinden gelen tüm yardımı göstermektedir. Ancak elbette ki bu geçici ve yetersiz bir çözümdür. Gönüllülerinin kamptaki mültecilere para ve eşya yardımında bulunması, yabancı ülkelerden gelen insani yardımlar hem bu kamplarda yaşayan insanların refah düzeyini yükseltmez hem de Suriye’deki savaşı sonlandırmaz.

Suriye’de Yaşanan Kavga ve Kargaşa Darwinist Materyalist Zihniyetin Ürünüdür

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, “Henüz bir tarafta sönmeden, diğer tarafta alevlenen fitneler görülecek ve semadan bir münadinin, “Emriniz filan nedir” şeklindeki nidasına kadar böyle devam edecektir.” (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.25)

Fitneler arka arkaya devam eder… Ne zaman bitti denilir, yine de devam eder gider.” (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 36) hadisleri ile dikkat çektiği gibi dünyada da Suriye’de de kargaşa ve şiddet olayları art arda yaşanacaktır. Ancak tüm Müslüman ülkelerde olduğu gibi Suriye’de de yaşanan kargaşa ve bölünmüşlüğün temelinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fitne olarak belirttiği Darwinist ve materyalist zihniyetin çok büyük etkisi vardır. Suriye İslam dinini kabul etmiş bir ülke olmasına rağmen, Kuran ahlakının getirdiği sevgi ve barış ruhunu yaşamamaktadır. Çünkü bu ülkede uzun yıllardır Darwinist eğitime ağırlık verilmiş, devlet yönetimleri Darwinizm’i desteklemiş, gençler Darwinist, materyalist olarak yetiştirilmişlerdir. İslami cemaatlerin ve grupların ezilmesi, din ahlakının özgürce yaşanmasının engellenmesi, eşit bir gelir dağılımının olmaması, mazlum halka yönelik saldırılar, Kuran ahlakına tamamen muhalif olan söz konusu Darwinist materyalist zihniyetin bir sonucudur.  Ülkede İslam ahlakının getirdiği demokratik ve özgürce paylaşılması gereken düşüncelerin yerine saldırganlığa, yağmaya ve şiddete dönüşen hareketler de aynı zihniyetin neticesidir.

Suriye’deki Olaylarda Neden Başarı Elde Edilemiyor?

Suriye’de yaşanan olaylarda halkın ve devlet güçlerinin karşı karşıya gelmesi, birbirlerine karşı bıçak ve satır kullanmaları ile bu baskıcı rejimler değişmez. Değişim, sokak çatışmalarıyla, yağmalarla, saldırganlıkla, şiddetle gerçekleştirilemez. Şiddete dayalı yöntemle meydana gelecek değişim, asla insanların özlemi ve ihtiyacı içinde oldukları huzuru, refahı ve güveni onlara sunmaz. Alınan insani yardım, ateşkes, insani koridor, mülteci kampları gibi suni çözümlerle birtakım başarılar ve gelişmeler elde edilebilir. Ama bunlar kalıcı ve tam tatmin edici çözüm oluşturmaz. Kalıcı ve gerçek çözüm, ancak Allah’ın ve Resulullah (s.a.v.)’in gösterdiği yola uyarak sağlanır. Allah’ın ve Resulü (s.a.v.)’in gösterdiği çözüm ise tüm İslam aleminin manevi bir lider etrafında birleşmesi, Türk İslam Birliği’nin tesis edilmesidir. Bunun için de Mehdiyet’in sürekli olarak gündemde tutulması ve faaliyetlerini sürdüren Hz. Mehdi (a.s.)’ı Müslümanların aramaları gerekmektedir.

Mehdiyet’in Getireceği Huzur ve Refah Ortamına Kavuşmak İçin Müslümanlar İttihad-ı İslam’ın Kurulmasına Çaba Göstermelidirler

İttihad-ı İslam’ın ilk adımı olarak Türkiye ve Suriye birleşmeli, Türkiye oradaki kardeşleriyle kucaklaşmalıdır. Bunun için Türkiye ve Suriye arasındaki sınırlar hemen açılmalı, vize ve pasaport kaldırılmalı, herkesin iki ülke arasında serbestçe dolaşımı sağlanmalıdır.

İttihad-ı İslam her iki ülke halkının da rahat ve huzur bulacağı, barış içinde yaşayacakları tek çözüm yoludur. Allah’ın adetullahı gereği Rabbimiz mutlaka İttihad-ı İslam’ı oluşturacaktır. Fakat önemli olan daha fazla acı çekilmeden, vakit kaybedilmeden bu farz vazifenin gerçekleşmesi yönünde çalışmaktır.

İlk olarak Suriye ile Türkiye’nin birleşmesi İttihad-ı İslam yolunda atılan çok mübarek ve Kuran ruhuna uygun bir hareket olacaktır. Müslümanların bir araya gelmesi “Ya Allah Bismillah” deyip, şeytandan Allah’a sığınıp birleşmeleri Yüce Allah’ın farz kıldığı vazifenin başlangıcı olarak büyük bir sevinç kaynağı olacaktır. Rabbimiz tüm Müslümanların kardeş ve tek bir topluluk olmalarını emreden ayetlerde bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:

“Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet ediniz. Onlar, işlerini kendi aralarında parça parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar); hepsi Biz’e döneceklerdir.” (Enbiya Suresi, 92-93)

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Aralık 1, 2012 Posted by | Haberler | , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Hz. Mehdi (a.s.) yeşil gözlü ve sakalı yanlarda az olan bir kişi olacaktır

O ((HZ. MEHDİ (A.S.))YEŞİL GÖZLÜ, HİLAL KAŞLI, KALKIK BURUNLU, SIK SAKALLI, SAĞ YANAĞINA DOĞRU SAKALSIZ BİR GENÇTİR.

(Mehdi ile ilgili gelen haberler, (Nurul Ebsar)Ehl-i Beyt & Oniki İmam, Kutuplar ve Mezhep İmamlarının Menkıbeleri Şeblenci (1250),Tercüme: Saim Güngör, (Pamuk Yayıncılık Nisan 2004 Cilt: 628 77 93) s. 588-589

Peygamberimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen hadislere göre Hz. Mehdi (a.s.)’ın dış görünüşü ile ilgili olarak çok önemli bilgiler vermektedir.

1.

O (HZ. MEHDİ (A.S.)) YEŞİL GÖZLÜ…..BİR GENÇTİR.

Hz. Mehdi (a.s.) ile ilgili olarak bildirilen hadis-i şeriflere Hz. Mehdi (a.s.)’ın gözleri yeşil olacaktır.

2.

O ((HZ. MEHDİ (A.S.)) … HİLAL KAŞLI, … BİR GENÇTİR.

Hz. Mehdi (a.s.)’ı insanlara tanıtacak olan özelliklerinden biri, kaşlarının kavisli olmasıdır:
 

“(HZ. MEHDİ (AS)’IN) KAŞI KAVİSLİDİR.” (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, “Kıyamet Alametleri” Pamuk Yayınları, Trc. Naim Erdoğan, s. 163)

3.

O ((HZ. MEHDİ (A.S.)) … KALKIK BURUNLU…BİR GENÇTİR.

Peygamberimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen hadislere göre Hz. Mehdi (a.s.) ‘ın burnu küçük ve düzgün olacak burnunun orta bölümünde belli belirsiz bir çıkıntı olacaktır:
 

“HZ. MEHDİ (AS)’IN) Saçı sıktır, alnı geniştir ve alnında hafif içbükeylik vardır. BURNU KÜÇÜKTÜR VE TAM KÖPRÜ BÖLÜMÜNDE ÇOK KÜÇÜK BİR ÇIKINTISI VARDIR…” (Bihar-ül Envar, c. 13)

4.

O ((HZ. MEHDİ (A.S.))… SIK SAKALLI, …BİR GENÇTİR.

Hz. Mehdi (a.s.)’ın sakalı, çok dikkat çekici güzellikte ve gür olacaktır:
 

“(HZ. MEHDİ (AS)’IN) SAKALI SIKTIR.”

 (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, “Kıyamet Alametleri” Pamuk Yayınları, Trc: Naim Erdoğan, s. 163)

“(HZ. MEHDİ (AS)’IN) SAKALI BOL VE SIK OLACAKTIR.”

(Ahmet İbn-i Hacer-i Mekki (Heytemi), Beklenen Mehdi’nin Alametleri, El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23)

5.

O ((HZ. MEHDİ (A.S.)) … SAĞ YANAĞINA DOĞRU SAKALSI BİR GENÇTİR.

Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hz. Mehdi (a.s.) ile ilgili verdiği bir diğer detay da, Mehdi (a.s.)’ın sakal cinsinin ince yapılı olduğu; şekil olarak da yanlardan az yani yanağı boyunca ince olarak inen, aşağı kısmı ise uzun olacak bir şekle sahip olduğudur.
 

Temim oğullarından ORTA BOYLU, ESMER, MECZUM (HAFİF SAKALLI), KEVSEC (SAKALI YANLARDA AZ, AŞAĞI TARAFI UZUN OLAN; DİĞER BİR MANASI DA YEMEN ASILLI) BİR ADAM Kİ, ona Şuayb bin Salih denilir. BEYAZ ELBİSELİ, SİYAH SANCAKLI 4000 KİŞİNİN KUMANDANIDIR. Hz. Mehdi (a.s.)’ın öncüsü olur ve kiminle fikri mücadeleye girerse, harbde kim ona karşı çıkarsa onu mağlup eder**.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-41)

Temmuz 1, 2010 Posted by | Uncategorized | , , , , | Yorum bırakın

ARAPLAR BU TÜRKİYE’Yİ KUCAKLAMALI

Araplar bu Türkiye’yi kucaklamalı

Ne Demişti

Ne Oldu

Aksu TV, 10 Nisan 2010

Adnan Oktar: Özetle samimi olmak, candan olmak, özgürlüğü savunmak veya taassuptan kaçınmak, Kuran ahlakına tabi olmak, Peygamberimiz (sav) gibi sevecen olmak, affedici olmak, merhametli olmak yani güzel ahlaklı olmak, çok büyük bir nimettir. İnsanlarımız çok mutlu olsun Türk İslam Birliği oluşsun. Mesela bak Kırgızistan karıştı, Kazakistan huzursuz, efendim Azerbaycan Türkiye ile birleşmek için can atıyor ama yine onlar da tedirginler. Bunlara bir son verecek güzel bir birleşme için bizlerin gayret etmemiz şart inşaAllah. Türk İslam Birliği olduğunda bütün Türklük alemi de rahatlayacak ki hepsi Müslüman dolayısıyla İslam alemini de tam anlamıyla kucaklamış olacağız İnşaAllah.Yazık bak, Irak’da insanlar acı çekiyor, Afganistan’da insanlar acı çekiyor, Pakistan’da acı çekiyorlar. Sersefiller yazık, yani açlar, perperişanlar, kıyafetleri yok, orada çocuklar var, genç kızlar var, anneler var hepsine yazık yani, Müslüman olarak biz bunlara acımalıyız, şefkat duymalıyız. Bizim elimizde böyle bir imkan var. Türkiye hem modern bir ülke, hem akılcı bir ülke, Atatürkçü, milleyetçi, böyle tutarlı bir çizgi içerisinde Türkiye, dolayısıyla İslam’ı da en güzel yaşayan ülkedir Türkiye, yani ideal yapıdadır. Dolayısıyla bütün İslam alemi Türkiye’nin lider olmasını istiyor. Yani böyle bir talep varken Türkiye kenarda duramaz, değil mi? Allah rızası için bu talebi kabul etmesi gerekiyor, dolayısıyla Türk İslam Birliği’nin Türkiye lideri olacak inşaAllah. Güzel bir gelecek de Müslümanları bekliyor ama bizlerin gayretiyle.

Radikal, 23 Haziran 2010

Haziran 26, 2010 Posted by | Adnan Oktar Ne Demişti Ne Oldu ? | , , , , | Yorum bırakın

TÜRK BAYRAKLARI DÜNYANN DÖRT BİR YANINDA

Türk bayrakları dünyanın dört bir yanında

Ne Demişti

Ne Oldu

 

Uşak ART TV, 19 Ağustos 2008Adnan Oktar: Türkiye bir ağabeylik yapsa olaya bir el atsa, tamamen ortalık yatışır. Onun için Türk İslam Birliği çok çok çok acil bir görev… Türkiye’nin bir gün bile gecikmesi vebal altında bırakır. Hemen hareket edilmesi gerekiyor. Bunu teklif etsin Türkiye eğer bir kişi itiraz ederse bana gelip söylesinler. Yani Suriye’ye gidip teklif edin Türkiye ile birleşin diye yani Suriye iki gün düşünmez. Azerbaycan’a teklif edin, zaten onlar kendileri teklif ediyor. Azerbaycan kendisi istiyor. Türkiye ile birleşelim diye defalarca söylediler. İki devlet bir millet olarak birleşelim dediler. Onun için bunun resmi ağızdan söylenmesi gerekiyor. Ama resmi ağızdan söylenmesi içinde tabandan hükümete, istek talebinde bulunması lazım. Yani böyle birşey istiyoruz. Şeklinde bir talepte bulunması lazım ama bunu çok ısrarlı söylemesi lazım ki hükümet bir güç bulsun. Harekete geçsin bu çok önemlidir. Yani vakıflar olur, dernekler olur halk, bütün müslüman kardeşlerimiz, bütün Türk milleti, olarak bunun üstünde çok durmamız lazım.
 


Mersin TV, 5 Eylül 2008Adnan Oktar: Türkiye Allah’ın izniyle büyük bir ülke olacak. Türk-İslam Birliği oluşacak. Bütün bu Ortadoğu’yu BÜTÜN BALKANLARI, Asya’yı TÜRKİYE, AĞABEYLİK RUHUYLA KUCAKLAYACAK İNŞAALLAH. Ve güzel bir sistem meydana gelecek dikkat ederseniz. Kafkas paktı oluşturuluyor yine demiryolu projemiz var biliyorsunuz. Petrol boru hattı, doğalgaz  boru hattı projeleri var. İslam Birliği toplantıları yapılıyor. Türk Birliğinin daha güçlü hale gelmesi için yapılan çalışmalar var. Bunların hepsi hayırlı inşaAllah, Anadolumuz hep medeniyetlere beşiklik yapmış biliyorsunuz. Anadolu öyle bir yer. Osmanlı döneminde de biliyorsunuz. BÜTÜN ORTADOĞU’YU BALKAN’LARI ÜÇ KITAYI BURADAN YÖNETMİŞLER İNŞAALLAH. YİNE O ŞEKİLDE OLACAK AMA SEVGİYLE, DOSTLUKLA, KARDEŞLİK RUHU İÇERİSİNDE OLACAK.
 


Patronlar Dünyası, 13 Ekim 2008Adnan Oktar: Türkiye, Türk-İslam Birliği’ne doğru gidiyor. Manevi değerlerimiz güçlenecek, maddi yönden de güçleneceğiz bölgenin süper devleti olacağız, o zaman ne Kürt sorunu kalacak, ne Ermeni sorunu kalacak, ne İsrail sorunu kalacak, hepsini kökünden halledecek inşaAllah. Irak Türkiye’nin kontrolünde olacak inşaAllah, Suriye de Türkiye’nin kontrolünde olacak inşaAllah, Azerbaycan Türkiye’nin kontrolünde olacak, yani manevi ağabeyi olacak Türkiye inşaAllah. Manevi ağabeyleri olacak ve manevi sorumluluk alacak, Türkiye bölgenin istikrarını, huzurunu, güvenliğini tam anlamıyla sağlayacak. Ağabeylik Türkiye’nin vasfıdır, eskiden beri OSMANLI DÖNEMİNDEN BERİ AĞABEYLİK YAPMIŞTIR BÖLGEYE, HUZUR VERMİŞTİR, GÜVEN VERMİŞTİR. Ama bu sefer çok mükemmel olacak, çok çok güzel olacak, çok hayırlı ve çok iyi olacak inşaAllah.
 


Kordon TV, 27 Temmuz 2008Adnan Oktar: Yani Türkiye’nin ağırlığını koyup, direkt abi konumunda hatta bütün Ortadoğu’nun, bütün islam ülkelerinin lideri konumuna gelmesi lazım ve sözü geçen bir lider olarak. Çünkü, Türkiye, çok aklı başında insanların samimi insanların bulunduğu bir ülke. Çok vicdanlı insanların olduğu bir ülke, ordusu mükemmeldir. Çok çok vicdanlıdır, böyle kılı kırk yarar, çok iyi eğitimlidir. Ve bütün ülkelerde seviliyorlar, nereye gitseler seviliyorlar. Mesela Irak’a gidiyorlar seviliyorlar, Bosna’ya gidiyorlar seviliyorlar, Somali’ye gidiyorlar, seviliyorlar, her yerde saygı görüyorlar. Afganistan’da çok sevilip saygı görüyorlar. Bu fiili bir durum var. DEMEK Kİ BÜTÜN ORTADOĞU, BÜTÜN İSLAM ALEMİ TÜRK ORDUSUNU SEVİYOR VE TÜRK MİLLETİNİ SEVİYOR. DEMEK Kİ AĞABEYLİK YAPMALARINI İSTİYORLAR. Yani Türkiye’nin burada ortaya çıkıp, bir lider çıkarıp ortaya, bir manevi lider ortaya çıkarıp gerekirse, bu ağabeyliği yerine getirmesi gerekiyor, islam ülkelerinde ve Türk devletlerinde de. Yani Türk-islam birliğini acil olarak oluşması bütün bölge için şart.
 


Hilal TV, 27 Aralık 2008Adnan Oktar: TÜRKİYE’NİN ÖDERLİĞİNİ KABUL ETMEYEN HİÇBİR İSLAM ÜLKESİ BEN ŞU ANA KADAR GÖRMEDİM. Türkiye’nin liderliğini kabul etmeyen hiçbir Türk devleti de görmedim şu ana kadar. Daha yeni, Kazakistan yeniden söylediler, Türkiye lider olsun diye. Bütün Türk devletleri Türkiye’nin lider olmasını istiyor. Azerbaycan can atıyor, hatta Ermenistan bile Türkiye ile birleşmek istiyor. Kapılarımızı açalım birlik olalım diyorlar. Bizim tabi bu yazılarımızdan sonra bu izahlarımızdan sonra bu cesareti buldular ve bu düşünce içersine girdiler. Ermenistan, Gürcistan hatta Litvanya hatta Rusya’da bile Türk birliğinin içinde yer alacaktır. Türk İslam Birliğinin içinde yer alacaktır, inşaAllah.

Dünyanın dört bir yanındaki toplantılarda Türk bayrakları dalgalandı. Bu durum, tüm dünyanın Türk’ün adaletine ve merhametine duyduğu güvenin; Türk İslam Birliği’nin doğal liderinin Türkiye olduğunun; Türkiye’nin ağabeylik yapması durumunda bölgede büyük bir huzur ve refah yaşanacağının delili olmuştur.

Madrid

Paris

Kudüs

Mısır

Bulgaristan

Londra

Yunanistan

Haziran 8, 2010 Posted by | Uncategorized | Yorum bırakın

ADNAN OKTAR CANLI YAYINDA, ÜST DÜZEY MASONLARLA !!!

SAYIN ADNAN OKTAR BU GECE SAAT 23.00 ‘ DA www.harunyahya.tv ‘de

KOCAELİ TV VE KAHRAMANMARAŞ AKSU TV’ DE,

AMERİKA’DAN GELEN ÜST DÜZEY MASONLARLA CANLI YAYINDA ÇOK ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR YAPACAK !!

MUTLAKA İZLEMELİSİNİZ !!!

www.harunyahya.tv

Mayıs 22, 2010 Posted by | Masonluk | , , , , , , , | Yorum bırakın

EVRİMCİLER SANSÜRSÜZ PROGRAMINDA YİNE DAĞILDILAR

Evrimciler Sansürsüz programında yine dağıldılar

 

 

 

 

 

 

www.evrimkomedisi.com www.harunyahya.org www.harunyahya.tv

Mayıs 22, 2010 Posted by | Evrim Teorisi | , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

DARWİNİSTLER NEANDERTELLERLE DE İNSANLARI ALDATAMADILAR

Darwinistler yıllarca, insanın hayali maymun atalarının olduğunu ve bunların da gelişme özelliklerine göre çeşitli kategorilere ayrıldığını iddia ettiler. Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus, Neandertal, Homo sapiens gibi hayali sıralamalar yaparak insanın yavaş yavaş dik durmaya çalıştığı, beyninin ve yeteneklerinin gelişmeye başladığı, maymunluktan uzaklaşarak gitgide insanlığa doğru ilerleme kaydettiği telkinini vermeye çalıştılar. Hayali çizimlerle, rekonstrüksiyonlarla yıllarca insanları aldatmaya devam ettiler.

Tüm diğer aldatmacalar gibi bu aldatmaca da sona erdi. Özellikle son dönemlerde gündeme gelen Neandertallerle ilgili açıklamalar, günümüzden 200 bin yıl önce yaşamış ve 60 bin yıl önce soyları tükenmiş olan bu insan ırkı hakkında aşağıdaki delilleri tekrar sunmayı gerektirmiştir:

Neandertaller tıpkı günümüzdeki insan ırkları gibi bir insan ırkıdır. Neandertallerin ilkel olduklarına dair spekülasyonlar, ilk bulunan Neandertal fosili üzerinde yapılan sahtekarlık sonrasında gündeme getirilmiş ve bu iddia, defalarca fosil kayıtlarıyla yalanlanmasına rağmen, ısrarla Darwinist diktatörlük tarafından gündemde tutulmaya çalışılmıştır.

  • 1908 yılında Fransa’nın La Chapelle-aux-Saints bölgesinde Neandertal adamına ait olduğu belirtilen bir fosili inceleyen evrimci paleontolog Marcellin Boule, canlının sözde:
  • dik yürüyemediğini
  • çıkık alına sahip olduğunu
  • ve beyin yapısından dolayı konuşamadığını iddia etti. 

Bütün bu iddialardan yola çıkarak Neandertallere “ilkel” denildi. Oysa bu fosil üzerinde yapılan spekülasyonlar büyük bir sahtekarlığa dayandırılmıştı. Söz konusu fosil üzerinde yapılan sonraki araştırmalarda:

  • Fosili bulunan bu Neandertal adamında bir çeşit eklem enfeksiyonu olduğu ve bu durumun dizlere hafif kıvrık bir görünüm verdiği anlaşıldı.
  • Daha da önemlisi, fosil üzerinde araştırma yapan Darwinist paleontoloğun, kasıtlı olarak bu fosili eğik yürüyormuş gibi gösterdiği ortaya çıktı. Çünkü söz konusu diz rahatsızlığı Neandertal adamının dik yürüyüşüne engel değildi.
  • Ayrıca fosil üzerinde yapılan sonraki araştırmalar Neandertallerin konuşma yetenekleri konusundaki Darwinist spekülasyonları da ortadan kaldırdı. Çalışmalar, Neandertallerin gırtlak yapısının, ses kanallarının ve kafatası özelliklerinin tam olarak konuşmaya uygun olduğunu gösterdi.

Dolayısıyla Neandertallerin ilkel oldukları, dik yürüyemedikleri ve konuşamadıkları gibi iddialar, bu ilk bulunan Neandertal sahtekarlığından kalma bir iddiadır. Sonra bulunan Neandertallerin tümünün, tıpkı ilk bulunan Neandertal gibi dik yürüdüğü ve insanınkinden farksız gırtlak ve ses kanalı yapısına sahip olduğu anlaşılmıştır. 
Neandertallerin özellikleri Darwinist iddiaları ortadan kaldırır:

    Neandertallerin vücutça güçlü ve dayanıklı olmaları

  • Bulunan tüm Neandertal fosilleri, vücutça güçlü ve dayanıklı görünümdedir. Ancak bu özelliğin Darwinistler tarafından “ilkellik” olarak öne sürülmesi gerçek anlamda şaşırtıcıdır. Zira günümüzde de oldukça iri yapılı insanlar vardır. Sırf bu görünümleri sebebiyle bu kişileri ilkel olarak nitelemek ne kadar mantıksızsa, Neandertaller için de aynı açıklamayı savunmak aynı derecede mantıksızdır. Örneğin Kuzey Batı Avrupalı iri insanların, daha minyon olan Çinliler veya Pigmelere göre daha kaba ve ilkel olduğu söylenemez. Çünkü çok iyi bilinmektedir ki, kemik ve iskelet yapısı, davranış şekli ve zeka seviyesinde belirleyici bir faktör değildir.

     Neandertallerin alınlarının dar olması

  • Günümüzde de dar alın yapısına sahip pek çok insan ırkı yaşamaktadır. Dolayısıyla bu gerçek de Darwinistlerin ilkellik aldatmacasını ortadan kaldırmaktadır.
  • Kafatası hacimlerinin günümüz insanınkinden %13 daha büyük olması.
  • Günümüz insanının beyin hacmi 1500 cc iken Neandertallerinki 1700 cc kadar, yani daha büyüktür. Eğer Darwinistlerin kendi iddialarından yola çıkacak olursak (evrimleştikçe beyin hacminin geliştiği ve zeka ve becerinin artttığı iddiası) bu durum Neandertaller hakkındaki iddiaları ortadan kaldırmaya yetmektedir. Kaldı ki, zeka, beceri ve düşünme kapasitesinin, beyin hacmi ile hiçbir ilgisinin olmadığı bilinmektedir.

Neandertallerin konuşma özellikleri:

  • Fosil kalıntıları üzerinde yapılan araştırmalar Neandertallerin ses tellerinin günümüz insanına ait tüm sesleri çıkarmaya müsait olduğunu göstermiştir.
  • Kafatası fosilleri üzerinde yapılan anatomik incelemeler de bunu doğrulamıştır.
  • Araştırmacılara göre, farklı sesler değişik dil hareketleri gerektirdiğinden, daha geniş dil sinirlerini taşımak için insan kafatasının daha geniş dilaltı kanallarına sahip olması gerekmektedir. Yapılan incelemeler, Neandertallerdeki kanalların, günümüz insanlarınınkiyle aynı olduğunu göstermiştir.
  • Richard Kay, Matt Cartmill ve Michelle Balow adlı araştırmacılar, Australopithecusların üç türünün, iki Neandertalin, ayrıca şempanzelerin, gorillerin ve insanların dilaltı kanallarının plastik kalıplarını yapmışlardır. (Earlier Human Speech, http://www.eurekalert.org/releases/DU-HuSp.html)

Bu kalıpları incelediklerinde, insanlarda bulunan kanalların şempanzelerde bulunan kanallardan iki kat daha geniş olduğunu gözlemlemişlerdir. Zaten bir maymun türü olan Australopithecusların kanalları maymunlardaki ölçülerle aynıyken, Neandertalin kanalları insanların sahip olduğu ölçülerdedir
Neandertallerle ilgili son bulgular evrimci iddiaları yalanlamaktadır:

Neandertallerin tedavi yöntemleri ve törenleri:

  • Neandertallerin yaşadığı mağaralarda elde edilen bulgular, bu canlıların günümüz insanlarından farksız olduklarına dair önemli deliller vermiştir. Örneğin Neandertallerin hasta ve yaralılarını tedavi ettikleri ve ölülerini çiçeklerle birlikte gömdükleri bilinmektedir. Böyle bir sosyal yaşam şekline sahip canlıların ilkel olmaları elbette mümkün değildir.

Neandertallere ait dikiş iğnesi ve flüt

  • Neandertallere ait ayı kemiğinden yapılmış bir flüt ve dikiş iğnesi bulunmuştur. Bu önemli bulgular, söz konusu insanların üstün sanat anlayışına ve giyim zevkine sahip olduklarını göstermektedir.

Neandertaller konusunda uzman Erik Trinkhaus’un konuyla ilgili açıklamaları şu şekidedir:

En ilgi çekici Neandertal bulgularından birisi ayı kemiğinden yapılmış bir flüttür. 1995 Temmuzu’nda Kuzey Yugoslavya’daki bir mağarada bulunan flütü analiz eden müzikolog Bob Fink, bu aletin, 4 nota çıkardığını ve flütte yarım tonlar ve tam tonların da olduğunu tespit etmiştir. Bu keşif, Neandertallerin Batı müziğinin temel formu olan yedi nota ölçüsünü kullandıklarını göstermektedir. Flütü inceleyen Fink, “eski flütün üzerindeki ikinci ve üçüncü delikler arasındaki mesafenin, üçüncü ve dördüncü delikler arasındaki mesafenin iki katı” olduğunu belirtmektedir. Bunun anlamı birinci mesafenin tam notayı, ona komşu olan mesafenin de yarım notayı temsil ettiğidir. “Bu üç nota inkar edilemez bir şekilde diatonik bir ölçekteki gibi ses çıkarır” diyen Fink, Neandertallerin müzik kulağı ve bilgisi olan insanlar olduğunu belirtmektedir[1]

Neandertal insanları tarafından kullanıldığı ve 30 bin yıllık olduğu tespit edilen kemikten yapılma dikiş iğnesi son derece düzgündür ve iplik geçirilmesi için açılmış bir deliğe sahiptir. [2] 

Neandertallere ait süs eşyaları:

  • New Mexico Üniversitesi’nde antropoloji ve arkeoloji profesörü olan Steven L. Kuhn ve Mary C. Stiner İtalya’nın güneybatı sahilindeki Neandertal mağaralarında yıllarca araştırma yapmış ve Neandertallerin, günümüz insanı gibi kompleks bir düşünce yapısı gerektiren faaliyetlerde bulundukları sonucuna varmışlardır.[3]
  • Son olarak Bristol üniversitesinden paleontologlar, Güney İspanya’da 50.000 yıllık iki mağarada Neandertallere ait mücevher buldular. Neandertaller, deniz kabuklarından süs eşyaları yapmışlar ve renklendirmek için birbirinden farklı pigmentler kullanmışlardır.
  • Birkaç yıl önce de Alman bilim adamları Neandertallerin ağaç reçinesini kullanarak katranımsı bir zift ürettiklerini ortaya çıkarmışlardı. Bilimadamları bunun yapılması güç bir iş olduğunu, 400 derece ısıda birkaç saatlik işlem gerektirdiğini söylemişlerdir. 

Neandertaller konusunda uzun yıllar araştırma yapan Erik Trinkhaus’un Neandertallerle ilgili açıklamaları şu şekildedir:

“Neandertal kalıntıları ve modern insan kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertallerin anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.” [4]

“Kuşkusuz Neandertaller, bir insan ırkı oldukları için, günümüz ırkları ile aynı özelliklere sahiptiler. Neandertal insanı yetenekli bir alet yapıcısı ve başarılı bir avcıydı. Hatta müzik ve sanatla uğraşıyordu. Tıpkı günümüzdeki toplumlar gibi kültürel ve sosyal bir yapıya sahipti, dini inanışları vardı. Dolayısıyla Neandertallerin oluşturduğu medeniyet, günümüz medeniyetlerinden çok da farklı değildi.” [5] 

E. Trinkaus ve W. W. Howells, Scientific American dergisine yaptıkları açıklamada bu konuda şu yorumu yapmışlardır:

“Bugün pek çok bilim adamı Neandertal insanının tamamen dik olarak ayakta durduğu ve bir hastalık olmadığı durumlarda, özelliklerinin günümüz insanından hiçbir farkı olmadığı hakkında fikir birliği içindedirler.”[6]

[1]The AAAS Science News Service, Neandertals Lived Harmoniously, 3 April 1997
[2]D. Johanson, B. Edgar, From Lucy to Language, s. 99, 107
[3]Trinkaus, E. and Shipman, P. The Neandertals, Alfred A. Knopf, New York, 399, 1992
[4]Erik Trinkaus, “Hard Times Among the Neanderthals”, Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10; R. L.
[5]-Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 194
[6]E. Trunkaus – W. W. Howells, Scientific American, 241(6):118 (1979) – Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 195

(www.harunyahya.org) (www.evrimteorisi.info)

Mayıs 22, 2010 Posted by | Evrim Teorisi, Uncategorized | , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Genom Çalışmaları ”Tesadüfen Oluşan İlk Hücre” Aldatmacasını Yerlebir Ediyor

Evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı olmayan iddiasına göre, yeryüzünde henüz hayat yokken, cansız maddeler tesadüfler sonucunda bir araya gelerek ilk canlı organizmayı meydana getirmiştir. Bu evrimci iddiaya göre, ilk canlı organizmanın tesadüfen gelişebilecek kadar basit bir yapıya sahip olması gerekmektedir.

Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİN BİLE NASIL ORTAYA ÇIKTIĞINI AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR.

Tek bir proteinin kendi kendine oluşamayacağı gerçeği zaten evrim teorisini tamamen temelinden yok eden bir gerçektir. Fakat bir an için bu imkansız ihtimalin gerçekleştiğini varsaysak bile, Darwinistlerin iddia ettiği “ilkel hücre”nin zaten yaşamın kendi kendine başlaması ihtimalini çok daha kesin delillerle ortadan kaldırdığını görürüz. 21. yüzyılda bilimin sağladığı bilgiler, en sade yapılı denebilecek canlının bile aslında çok kompleks olduğunu ve bu nedenle tesadüfen ve kendiliğinden oluşmasının imkansız olduğunu göstermektedir.

Bu bilgiyi bize genom araştırmaları vermektedir. Bilim adamları en küçük genoma sahip olan canlıların (ekstremofilik arke ve öbakteriler) en az kompleksliğe sahip canlılar oldukları düşüncesinden yola çıkarak, bu canlıların tesadüfen ve kendiliğinden oluşma ihtimallerini hesaplamışlardır. Burada önemle belirtilmesi gereken bir nokta ise şudur: Bu canlılar aynı zamanda bilim adamlarının dünyadaki en eski yaşam formu olarak gördükleri canlılardır.

Genom araştırmaları sonucunda yaşam için gerekli olan en düşük protein sayısının 250 ile 450 arasında olması gerektiği ortaya konulmuştur. [1]Yani hücrenin yapısal özelliklerini oluşturmak ve hayatın devamı için gerekli olan temel fonksiyonları yerine getirmek için aynı anda bir araya gelmesi gereken minimum farklı protein sayısı 250 ile 450 arasındadır.

Şu noktayı da ayrıca belirtmek gerekir ki, bu bulunan 250-450 minimum protein sayısı, parazit olarak yaşayan mikroplardan elde edilen protein sayısıdır. Bir organizmanın, başka bir canlı organizmaya bağımlı olmadan yaşayabilmesi için gereken minimum protein sayısı ise yaklaşık 1500 proteindir. Yani Darwinistlerin, tek bir işlevsel hücrenin oluşabilmesi için gereken 1500 ayrı proteinin varlığını ayrı ayrı açıklamaları gerekmektedir. Fakat tekrar hatırlatmak gerekirse, Darwinistler tek bir proteinin kendi kendine oluşumunu dahi açıklayamamışlardır.

Bir organizmanın canlı sayılabilmesi için gereken 250 ila 1500 arasındaki farklı proteinin tesadüfen, aynı anda ve aynı ortamda kendiliğinden oluşması olasılığı imkansızın da ötesindedir. Konuyla ilgili yapılan olasılık hesapları aşağıdaki tabloda verilmektedir:

Minimum Protein Sayısı[2] Aynı Anda Oluşma Olasılğı
250 1018,750
350 1026,250
500 1037,500
1,500 10112,500
1,900 10142,500

Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi en az proteine sahip bir canlı organizmanın tesadüfen oluşma ihtimali, 1018,750’de 1 ihtimaldir. (Sayının büyüklüğünü anlayabilmek için, tüm evrendeki atomların sayısının 10 üzeri 78 olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.) Yani böyle bir ihtimal yoktur. Evrimciler tüm bu hesaplara ve bilimsel verilere rağmen, yine de büyük bir ısrarla imkansızın gerçekleştiğine inanmak istemektedirler. Bu ısrarın tek nedeni ise, her şeyi yoktan var eden Yüce Allah’ın varlığını inkar etmedeki kararlılıklarıdır. 

Morowitz’in olasılık hesabı

Yukarıda bahsedilen olasılık hesapları, biyofizikçi Harold Morowitz’in yaptığı bir hesaplama ile de uyumludur. Morowitz, E.koli bakterisinin tüm kimyasal bağlarını kırıp, E. Koli bakterisini oluşturan tüm atomların serbest kaldığını varsaymış ve sonra bu atomların tekrar kendiliklerinden bir araya gelerek tekrar E.koli bakterisini oluşturma ihtimalini hesaplamıştır. Bu teorik deneyde hem gerekli olan tüm atomlar gerekli olan miktarda ortamda bulunmaktadır,, hem de dışarıdan hiçbir başka atomun aralarına karışmayacağı farz edilmiştir. Buna rağmen, yani tüm gerekli atomlar, gerektiği kadar sayıda ve en elverişli ortamda bir arada bulunmalarına rağmen, belirli bir düzende kendiliklerinden bir araya gelerek tekrar E. koli bakterisini oluşturma ihtimallerinin 10100,000,000,000 ‘da bir ihtimal olduğunu tespit etmiştir. [3]Bu imkansızın da ötesinde bir ihtimaldir. Böyle bir sayı evrende en az kompleksliğe sahip bir bakterinin bile, tüm koşullar ve malzemeler bir araya getirilse dahi kendiliğinden oluşmasının imkansızlığını gözler önüne sermektedir.
 

Canlılığın oluşması için sadece yeterli sayıda proteinin bir araya gelmesi de yeterli değil

Canlılık için gereken sayıda proteinin elimizde hazır olduğunu düşünelim. Herhangi bir şekilde oluşması imkansız olan bu proteinlerin var olması dahi TEK BİR HÜCRENİN OLUŞMASI İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR. Mikrobiyologlar veya biyokimyacılar, bu proteinlerin hücre içerisindeki organizasyonlarının da çok önemli olduğunu, aksi takdirde proteinlerin hiçbir işe yaramayacağını açıkça belirtmektedirler. Üstelik Darwinist bilim adamlarının da çok iyi bildiği gibi hücre, proteinlerden çok daha kompleks olan, proteinleri üreten organellere ve muhteşem bilgi bankası DNA’ya sahiptir. Canlı bir hücre, bütün bu yapıların tamamının aynı anda, aynı işlev ve organizasyona sahip olarak, aynı bilinç ile haraket etmeleriyle mümkün olur. Bu, Darwinizm’i yıkan en temel gerçektir.

1990’ların ortalarına kadar bakterilerin olağanüstü bir iç organizasyona sahip oldukları bilinmiyordu. Oysa, artık tek hücreli protozoanları oluşturan kompleks hücrelerin (ökaryot) bir çekirdek, organeller, zar sistemleri, bir sitoiskelet, birçok iç bölüm ve moleküler seviyede hücre içeriğini organize eden diğer içeriklerden oluştuğu bilinmektedir. [4] Bu sistemlerin tamamı, olağanüstü derecede komplekstirler. Biri diğerinden ayrı işlev göremezler,

Sonuç

Burada verilen bilgilerden görüldüğü gibi mikrobiyoloji, biyokimya, genom araştırmaları, kısacası 20. yüzyılın ikinci yarısına ve 21. yüzyıla hakim olan başlıca bilimsel gelişmeler, evrim teorisinin tüm iddialarını ortadan kaldırmıştır. Bu bilimsel sonuçlar, Darwinizm’in kesinlikle gerçeklikten uzak, bilim dışı iddialardan oluştuğunu çok açık olarak ortaya koymuştur. Evrimcilerin “çok basit ilk canlı organizma” iddiaları, bilimle çürütülmüştür. Bir organizmanın canlı olabilmesi için gereken minimum protein sayısı ve minimum komplekslik dahi, evrimcilerin tesadüf iddialarıyla açıklanamayacak kadar komplekstir ve mükemmel bir organizasyona sahiptir. Tüm bu komplekslikler bir yana, evrim teorisini, yalnızca tek bir hücenin varlığı sona erdirmektedir.

Canlılığın, Allah’ın sonsuz Aklı, İlmi ve Gücü ile yoktan var edildiği çok açık bir gerçektir. Akıl ve vicdanla çok açık olan bu gerçek, günümüzde sayısız bilimsel veriyle de desteklenmektedir.

Kur’an’da Yüce Rabbimizin benzersiz yaratışı için şöyle buyrulmaktadır:

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
 

(www.harunyahya.org) (www.evrimicokertensiteler.com)

[1] Jack Maniloff, “The Minimal Cell Genome:’On Being the Right Size’,” Proceedings of the National Academy of Sciences, USA 93 81996), pp. 10004-10006; Mitsuhiro Itaya, “An Estimation of Minimal Genome Size Required for Life,” FEBS Letters 362 (1995), pp 257-260; Rana and Ross, Origins of Life, p. 163

[2] Rana and Ross, Origins of Life, p. 163 

[3] Robert  Shapiro, Origins: A Skeptic’s Guide to Creation of Life on Earth (New York:Bantam Books, 1986), p. 128; Rana and Ross, Origins of Life, p. 164 

[4] Lucy Shapiro and Richard Losick, “Protein Localization and Cell Fate in Bacteria,” Science 276 (1997), pp.712-718; Rana and Ross, Origins of Life, p. 166 

Mayıs 22, 2010 Posted by | Evrim Teorisi, Uncategorized | , , , , , , , | 1 Yorum

Darwinistler’in Yapay Yaşam Aldatmacası !

Son dönemlerde özellikle Darwinist yayınlarda ön plana çıkarılan bir haber gündeme geldi. Yapay olarak üretilen DNA molekülüne ait bir parça, bir başka hücre çekirdeğine transfer edilmiş ve bu DNA’nın söz konusu hücre içinde çalıştığı gözlemlenmiştir. Bazı Darwinist yayınlarda “sentetik yaşam üretildi”, “yaşayan hücre yaratıldı” (Allah’ı tenzih ederiz) gibi yanıltıcı başlıklarla verilen bu konu Darwinist spekülasyonlara malzeme haline getirilmiştir. Hatta Financial Times gibi bazı yayınlar, evrimcilerin cansızlıktan canlılık oluşturma konusunda hiç bitmeyen hayallerini sonunda gerçekleştirdiklerini dahi iddia etmiştir. Oysa söz konusu çalışma, Darwinistlerin asla açıklamasını yapamadıkları canlılığın nasıl başladığı sorusuna hiçbir cevap vermemektedir. Tam tersine bu çalışma, hücre DNA’sındaki kompleksliğin önemli bir ispatı hükmündedir.

Konuyla ilgili açıklamalar şöyledir:

Mycoplasma mycoides
  • Amerikalı bilim adamı J. Craig Venter, bir mikoplazma (Mycoplasma mycoides) genini, laboratuvarda suni olarak düzenlendikten sonra, başka bir mikroplazma (Mycoplasma mycoides) hücresinin çekirdeğine dahil etmiş ve hücre bu DNA ile çalışmasına devam etmiştir.
  • Yapılan işlemler canlılığın bilinen klonlama yöntemlerinden farklı değildir.
  • Yapılan işlemde 1.08 milyon baz çiftinden oluşan Mikoplazma mikoides DNA’sından alınan bir kopya, laboratuvar şartlarında düzenlenmiş ve başka bir canlı hücresinin içine nakledilmiştir.
  • Yeni bir DNA üretilmemiş, daha önce var olmayan yeni bir bilgi oluşturulmamış, laboratuvarda yapay bir DNA dizilimi sıfırdan meydana getirilmemiştir. Hücre de DNA da zaten vardır. Yapılan işlem, olağanüstü bilgiye sahip olan mevcut DNA’nın alınıp yeniden düzenlenmesi ve başka bir hücreye nakledilmesinden başka bir şey değildir.
  • Söz konusu düzenleme, zaten DNA’da var olan olağanüstü komplekslikteki bilgi dahilinde, bilinçli bilim adamlarının kontrolü altında, en teknolojik laboratuvarlarda, kontrollü koşullar altında, Allah’ın yoktan yaratmış olduğu mevcut bir örnek kullanılarak ve yıllarca denenerek gerçekleştirilebilmiştir.
  • Sadece tek bir bakteriye uygulanan bu klonlama işlemi, temelde 20, arka planda binlerce bilim adamının dahil olduğu, 40 milyon dolara mal olan 10 yıllık bir çalışma sonunda gerçekleştirilebilmiştir.
  • Sadece var olan bir örneği, bilinçli bir ortamda bilinçli kişiler tarafından kopyalayabilmek için bilim adamlarının gösterdiği bu çaba, söz konusu kompleks yapının, mevcut bir örnek olmadan, bilinçli bir müdahale ve teknik imkanlar olmadan bir kopyasının dahi yapılamayacağını açıkça gözler önüne sermiştir.
  • Söz konusu gelişme bilim adına güzel bir gelişmedir. Genom çalışmaları ilerledikçe canlı hücrelerinden DNA kopyalamaları yapmak ve bunları diğer hücrelere nakletmek mümkün olabilecektir. Bu çalışmalar, Allah’ın izniyle çeşitli hastalıkların tedavisi gibi çok fazla yönde faydalı şekilde kullanılabilecektir. Fakat bunların tümü mevcut yapılara yapılan bilinçli bir müdahaledir. Yaratılmış üstün yapılar üzerinden yapılan bu bilinçli ve kontrollü deneylerin evrime delil olarak sunulmaya çalışması hem büyük bir aldatmacadır hem de Darwinistler adına bir çaresizlik göstergesidir. Yaşamın başlangıcını ve kompeksliğini açıklayamayan Darwinistlerin kullandıkları acizce bir spekülasyondur.
  • Darwinistler eğer iddialarını kanıtlamak istiyorlarsa,  canlılığı oluşturan parçaları YOKTAN VAR EDEBİLMELERİ gerekir. Ardından da bunun başıboş tesadüfler sonucunda, kontrolsüz ve canlılık için son derece tehlikeli bir ortamda, hiçbir bilinçli müdahale olmaksızın nasıl olabileceğini izah etmeleri gerekmektedir. Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİ BİLE, kontrollü şartlar ve bilinçli müdahaleler sonucunda dahi meydana getirememektedirler. Meydana getirmeleri de imkansızdır.
  • Darwinist bilim adamları, bu çalışma ile aslında, kendi elleriyle yaşamın kompleksliğini, hayatın en küçük parçasının dahi tesadüfen meydana gelemeyeceğini bir kez daha kanıtlamış bulunmaktadırlar.
  • Şunu da belirtmek gerekir ki bu sonuç, CANLILIK ANLAMINA GELMEMEKTEDİR. Canlı hücre, sayısız parçadan oluşan kompleks yapıların bütünüdür ve ancak bunların tümünün aynı anda ve aynı yerde var olmaları ve kompleks bir organizasyon oluşturmaları ile meydana gelir. Olağanüstü komplekslikteki tek bir DNA’nın kopyalanması, sadece zaten var olan bir sistemin küçük bir parçasının taklit edilmesinden başka bir şey değildir. Kopyalama yoluyla elde edilen bir DNA’nın varlığına sevinen Darwinistler, hayal ettikleri ilk canlıyı yani hayali ilk hücreyi açıklamaktan kesin engellerle uzaktırlar.
  • Dahası ve en önemlisi, söz konusu çalışmanın HAYATIN NASIL BAŞLADIĞI KONUSUYLA HİÇBİR İLGİSİ YOKTUR. Bu çalışma, hayatın başlangıcı hakkında Darwinistlerin içinde bulunduğu açmazı ortadan kaldırmamaktadır. Darwinizm’i temelinden bitiren bu derin açmaz, daha da büyüyüp gelişerek Darwinizmi çöküşe sürüklemektedir.
  • Nitekim Boston üniversitesi Biomedikal Mühendislik Profesörü Jim Collins de, söz konusu klonlama çalışması üzerinden yapılan spekülasyonlara karşı çıkarak Nature dergisine şunları söylemiştir:

“Venter ve arkadaşları tarafından rapor edilen bu çalışma organizmaların yeniden inşası konusundaki yeteneğimiz için önemli bir gelişme. Fakat sıfırdan yeni bir yaşam ortaya çıkarma konusunu açıklamıyor .”[1]

Sonuç:

Darwinistlerin özelliği, yaratılışın muhteşemliğini gösteren yapıları taklit etme konusundaki çabalarını, büyük puntolarla, eldeki tüm Darwinist yayınların manşetlerini kullanarak Darwinist yaygaraya dahil etmektir. Darwinist yaygara, özellikle bilimin evrimi reddettiğinin tüm dünyaya gösterildiği şu son dönemlerde sıklıkla kullanılmaya başlamıştır. Demek ki Darwinistler müthiş bir darboğazdadır.

Hayatı çok basit anlatmaya çalışan evrim teorisi için, hayatın yapı taşlarının da o oranda basit olması gerekir. Öyle ki canlılığa dair her şey, her şeyi tesadüflerle açıklayan Darwinistlerin bu sahte ve basit iddialarına uygun düşmelidir. Dolayısıyla, eğer Darwinistlerin iddiası doğru olsaydı, çamurlu suda oluştuğunu savundukları hayali ilk hücrenin, tıpkı Darwin’in sandığı gibi su dolu bir baloncuktan başka bir şey olmaması gerekirdi. Oysa durum hiç böyle değildir. Canlılığı oluşturan proteinlerden tek bir tanesi daha son derece kompleks bir yapıya sahiptir. Tüm dünyada Darwinist bilim adamları tam 150 yıldır aynı şey için çabalayıp durmakta ve kesinlikle başarılı olamamaktadırlar: TEK BİR PROTEİNİ ÜRETEBİLMEK İÇİN.

İşte bu sebeple DNA’nın klonlanmasını evrime delil gibi göstererek bu yaygarayı sürdürmek isteyen Darwinistlerin çaresiz çırpınışları önemli bir gerçeği değiştirmemekte ve insanları aldatamamaktadır. Bu önemli gerçek, yaşamın olağanüstü kompleksliğidir. Bu kompleks yaşamın tek bir parçasının anlaşılabilmesi, bir kopyasının elde edilebilmesi için gösterilen çabanın büyüklüğü bunu ortaya koymaktadır. Oysa bu insanlar, laboratuvarlarda onlarca yıl boyunca tek bir DNA’yı anlamaya çalışırlarken, onların her birinin 100 trilyon hücresinde muhteşem DNA molekülleri olağanüstü bir sistem ve düzen içinde zaten kendilerine ilham edilmiş olan görevlerini yapmaktadırlar. Çünkü onları yaratan Allah’tır. Onları yokluktan var eden Allah’tır. Yüce Allah tüm varlıkların Hakimi, yerlerin ve göklerin Yaratıcısı’dır. Bilim, her geçen gün Yüce Rabbimiz’in Şanını yücelten deliller sunmaya devam edecektir. Bilimde gerçekleşen her yeni buluş, bu görkemli yaratılışın ihtişamlı delillerini sunmayı sürdürecektir. Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

Haberin olsun, göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah’ındır. Haberin olsun; şüphesiz Allah’ın va’di haktır; ancak onların çoğu bilmezler. (Yunus Suresi, 55)

Mayıs 22, 2010 Posted by | Evrim Teorisi, Uncategorized | , , , , , , , , | 1 Yorum

ADNAN OKTAR ŞU ANDA CANLI YAYINDA – ÇOK ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR YAPIYOR- BURADAN İZLEYİN

http://www.harunyahya.tv/HarunYahya_live_broadcast_hd.php

Bu linke tıklayarak izleyebilirsiniz.

Nisan 10, 2010 Posted by | Adnan Oktar'ın Röportajlarından Seçmeler | , , , , , , | Yorum bırakın