Insanmucizedir's Blog

Just another WordPress.com weblog

Ünlü Hristiyan Blogcu Müslüman Oldu !

Bugün sizlerle dünyada dine dönüş haberlerinden birini daha paylaşmak istiyorum. Önceki hayatında İslam’a karşı olan yazılarıyla tanınan Mandolina İslam’la şereflendi. Ünlü blogun sahibi bundan önce yazdığı tüm yazıları askıya alarak neden İslam’a girdiğini açıkladı.

Mısriyyun gazetesinin kendisini arayarak haberin doğruluğunu teyit ettiği blogcu “Maddi nimetleri kaybeden anlar. Manevi nimetleri ise ancak sahip olanlar anlayabilir.” dedi. En ünlü Hıristiyan blogun sahibi internet üzerinden İslam’a girdiğini ilan etti. Daima İslam’ı eleştirdiği blogunda bu sefer Müslüman olduğunu yazan Mandolina isimli blogcu bir buçuk yıldır iç çatışma yaşadığını ve bu çatışmanın doğru yolu bulmasıyla sona erdiğini ifade etti. .

Mandolina blogunda şöyle dedi; “Orada bilinen hikmetli bir söz vardır: Sağlık, sağlığı yerinde olanların başında bir taçtır. Bunu hastalardan başkası göremez. Bu, doğal bir şey. Sağlık, çocuk, para ve bunun gibi bedensel; hissedilen nimetlere sahip olduğumuzda onları ancak kaybedersek fark ederiz. Ancak ruhsal ve zihinsel nimetleri ancak sahip olanlar bilebilir. Subhanallah; hidayet nimetini Allah’ın hidayet verdiği kimseden başkası bilemez. Akıl nimetini de Allah’ın akıl verdiği kimseden başkası, ilim nimetini Allah’ın ilim verdiğinden başkası bilemez. İslam nimetini de, aynı şekilde, Allah’ın kendisine nasip ettiği kimseden başkası bilmez. 11 gün önce İslam’a girdim. Pazar günü sabah ezanı vakti karar verdim ve şehadet getirdim. O günden beri “elhamdulillah” kelimesinin başka anlamlarını idrak ettim. Bu sözü tekrar ettikçe ruhumla beraber göğe çıktığını hissettim.”

Aralık 30, 2009 Posted by | Haberler | , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Bedenimizdeki Kumanda Merkezi, BEYİN !

Hem hassas bir yapısı hem de çok önemli görevleri olan beyin vücut içinde çok yönlü bir korumaya alınmıştır. Bunlardan en dikkat çekici olanı beynimizin bir sıvı içinde yüzüyor olmasıdır.

Beynimizin Suyun İçinde Yüzdüğünü Biliyor muydunuz?

Hissetmek, hareket etmek, işitme, görme, tad ve koku alma, kalbin çalışması, nefes alma gibi hayati işlevlerin tümünü beynimiz gerçekleştirir. Ayrıca hormonlar üreterek vücudun ihtiyaçlarına göre düzenlemeler yapar. Çok hassas bir sisteme sahip olan bu organımız elektrik sinyalleri ile çalışan sinir hücreleri, bunları barındıran ve beslenmelerine yardımcı olan destek hücreleri ve kan damarlarından oluşur.

Beyin yaklaşık 1,5 kg’lık bir ağırlığa sahiptir. Eğer beyin bir sıvının içinde bulunmasaydı ve direkt olarak kafatasına temas etseydi kendi ağırlığının altında ezilirdi. Bu da beyindeki hayati merkezlerde bir baskı oluşmasına dolayısıyla ölüme sebebiyet verebilirdi. Ancak böyle bir sorunla -hastalık halleri dışında- karşılaşılmaz. Çünkü beynimizin kendi ağırlığı -yüzdüğü sıvının içinde iken- 1400 kg’dan 50 gr’a kadar düşer. Yani beyinde ağırlığı otuzda bire kadar düşüren bir sistem vardır. Bu sistem şöyle çalışır:

Beynin içinde birtakım boşluklar ve bu boşlukların içinde de sadece beyinde bulunan özel damar yığınları vardır. Bunların görevi vücuttan beyne taşınan kandaki serumu süzmektir. Serum önce beynin içindeki boşlukları doldurur ve sonra çeşitli yollardan beynin dışına çıkar. En sonunda da bu sıvı beynin üst kısmında yer alan tek yönlü valf sistemi (araknoid villus) sayesinde genel dolaşıma (kan dolaşımına) geri döner. Bu valflerin çok önemli bir görevi vardır: Sıvının beyne yaptığı basıncı ayarlamak.


Eğer bu ayarlama olmasaydı ve basınç çok yüksek bir seviyeye çıksaydı, o zaman beyne olan baskı beynin fonksiyonlarını etkilerdi. Ve bu durum pek çok hastalığın sebebi olurdu.

Buna örnek olarak “hidrosefali” denilen hastalığı verebiliriz. Bu hastalık türünde dolaşımdaki herhangi bir aksaklıktan dolayı beyindeki sıvı bir süre sonra birikmeye başlar ve oluşan basınç beyin fonksiyonlarını etkiler. Eğer dışarıdan bir müdahale yapılmazsa, yani ameliyatla bu sıvı boşaltılmazsa artan basınç; zeka geriliği, hareket bozuklukları, körlük hatta ölümle sonuçlanan rahatsızlıklara neden olur.

Beyindeki sıvının basıncı normalden daha az düzeylere indiği zaman da dayanılmaz baş ağrıları olur ve beyin hasar görmeye başlar.

Beyindeki bu detaylı tasarım nasıl ortaya çıkmıştır?

Beynimizin en fonksiyonel şekilde çalışmasını sağlayan bu tasarımın tesadüfen ortaya çıkması elbette ki mümkün değildir. Tüm bu ayrıntıları bilen jöle kıvamında bir et parçası olan beynin kendisi de olamaz. Böyle iddialarda bulunmak akıl ve mantığın tamamen dışına çıkmak demektir.

Bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde yaratan, herşeyin yaratıcısı olan Allah’tır.

Beynimiz öncelikle kafatası ile korunmaya alınmıştır. Ayrıca ağırlığını taşıması için bu yeterli olmadığından içinde yüzdüğü bir de sıvı var edilmiştir. Bu şekilde ağırlığı 50 gr’a yani gerçek ağırlığının otuzda birine düşer.

http://www.insaninyaratilisi.com

Aralık 29, 2009 Posted by | Bilim | , , , , , , , , | Yorum bırakın

İdeal Müslüman Kadın

Müslüman Kadının İdealleri Vardır, Asil ve Vakurdur

Müslüman Kadının İdealleri Vardır, Asil ve Vakurdur

Genel olarak günümüz kadınlarında gözlemlediğim belli başlı özellikler hangi kültür seviyesinden olursa olsun, toplumun hemen her kesimi tarafından çok iyi bilinmekte ve kimi kadınlar tarafından titizlikle uygulanmaktadır. Bunun önemli bir sebebi ise, toplumun tüm üyelerinin, bu karakteri kız çocuklarına küçük yaşlardan itibaren olabildiğince cazip gösterip özendirmeleridir.

Çocukluk yıllarından itibaren çevrelerindeki tüm insanlardan aynı telkinleri alarak yetiştirilen kız çocukları, toplum tarafından kendileri için uygun görülen bu karakteri çoğu zaman hiç sorgulamadan kabullenirler. Annelerini ve çevrelerindeki diğer kadınları gözlemleyerek, yetişkin bir insan oldukları zaman nasıl bir karakter sergileyecekleri ve yaşamlarını hangi idealler üzerine kuracakları konusunda belirli bir kanaat edinirler.

Oysa İdeal Müslüman Kadın özellikleri şöyle olmalıdır;

Müslüman Kadın Allah’a Teslim Olmuştur

Müslüman Kadının Rehberi Kuran ve Peygamberimiz (sav)’in Sünnetidir

Müslüman Kadının İdealleri Büyüktür Müslüman Kadın Asildir

Müslüman Kadın Güçlü ve İradeli Bir Karaktere Sahiptir

Müslüman Kadın İtidalli ve Dengelidir

Müslüman Kadın Duygusal Bir Kişilik Göstermez

Müslüman Kadın Samimi ve Doğal Bir Kişiliğe Sahiptir

Müslüman Kadın Dürüsttür Müslüman Kadın Cesurdur

Müslüman Kadın Boş Sözlerden ve Boş İşlerden Sakınır

Müslüman Kadın İffetli ve Onurludur

Şimdi sizlere ideal müslüman kadının, ideallerinin büyük olmasının ne demek olduğu ile ilgili bilgilendirmek istiyorum.

Cahiliye ahlakının insanlara kazandırdığı kadın karakterinin önemli özelliklerinden biri, bu kimselerin ufuklarını olabildiğince daraltmış, ideallerini, düşüncelerini ve yaşam tarzlarını olabildiğince dar bir alan ile sınırlandırmış olmalarıdır. Bu karakteri benimseyen kadınların toplum tarafından kendilerine öngörülen belli başlı birtakım görev ve sorumlulukları vardır. Onlardan beklenilen aslında sadece bunları en iyi şekilde yerine getirebilmeleridir. Bunların dışında farklı ideallere sahip olmaları ya da farklı konularda kendilerini geliştirmeleri için ise, genellikle kadınlara çok fazla imkan tanınmamaktadır.

Kadınlar ancak bu durumun şuuruna vardıkları ve yaşamlarını daha farklı ve daha büyük idealler üzerine kurma ihtiyacını duydukları takdirde kendilerini geliştirip düşünce ufuklarının sınırlarını genişletebilmektedirler. Kadın için öngörülen başlıca sorumluluklar ise genellikle ailesini ve evini maddi ve manevi açıdan iyi bir şekilde idare edebilmesi ve çocuklarını yetiştirmesidir. Bunların dışında kimi kadınların çocukluk yıllarından itibaren almış oldukları telkinler doğrultusunda ilgilendikleri konular ise tümüyle kendilerine yöneliktir. Bunlar da genellikle saçları, makyajları, kıyafetleri, modaya uyup uyamadıkları gibi fiziksel bakımlarına ilişkin konular, ev temizliği, arkadaş toplantıları gibi faaliyetlerle sınırlıdır.

Elbette insanın ailevi sorumluluklarını yerine getirmesinde, kendisine yönelik ihtiyaçlarını gidermekle ilgilenmesinde ya da evinin temizliğini sağlamasında bir yanlışlık yoktur. Yanlış olan, yaşadığı hayatın ve üstlendiği sorumlulukların sadece bunlarla sınırlandırılmış olması ve bunu ne amaçla yaptığının farkında olmamasıdır. Allah insanı belirli bir amaç üzerine yaratmış, onu yükümlü kıldığı sorumlulukları Kuran ile kendisine bildirmiştir.

Müslüman bir kadın herşeyden önce kendisini yaratan, ona bir ömür süresi kılan, yaşadığı her an onu koruyup kollayan, nimetleriyle lütuflandıran Rabbimiz’e karşı sorumludur. Allah’ın Kuran ile insanlara bildirdiği ahlakı yaşamakla, Allah’a ibadet ve kulluk etmekle, O’nun rızasını kazanacak işler yapmakla yükümlüdür. Cahiliye inançları nedeniyle, güzel ahlakın kendilerine getireceği huzur ve mutluluktan uzak bir yaşam süren insanlara Kuran ahlakını anlatıp, onların Allah’ın rızasına, rahmetine, cennetine kavuşmaları için elinden gelen çabayı göstermekle görevlidir. İnsanlara şeytanın sunduğu, kaos ve karmaşanın hakim olduğu, sevgi, saygı, dostluk gibi nimetlerin gereği gibi yaşanamadığı karanlık ruh halinden kurtulmanın yolunu göstermek için samimiyetle gayret sarf etmelidir.

Allah Kuran’ın “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75) ayetiyle insanlara, dünya üzerindeki sıkıntı ve zorluk çeken güçsüz konumdaki insanların durumunu hatırlatmış, onlara yardım etmenin ve yol göstermenin, vicdan sahibi insanlar için bir yükümlülük olduğunu bildirmiştir.

Allah bir başka ayette ise, “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (Nisa Suresi, 36) sözleriyle müminlerin yükümlülüklerinin sadece kendileri olmadığını, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa ve daha bunlar gibi muhtaç konumda olan pek çok insana yardım elini uzatmakla da sorumlu olduklarını hatırlatmıştır.

Müslüman kadın tüm bu sorumluluklarının bilincinde olan insandır. Bundan dolayı da hiçbir zaman için sadece kendi ihtiyaçlarının peşine düşüp, yalnızca kendisini ilgilendiren birkaç sorumluluğu yerine getirip Allah’ın bildirdiği bu yükümlülükleri göz ardı edemez. Hayata dair ideallerini, düşüncelerini sadece bu şekilde sınırlandırmaz. Dünyanın dört bir yanındaki zorluk içerisindeki insanların, açlık çeken, salgın hastalıklarla mücadele eden, savaş ve çatışma ortamlarının zorluğunu yaşayan çocukların, kadınların, yaşlıların tüm sıkıntılarını adeta kendi sorunuymuş gibi düşünüp onlara çözüm ulaştırabilmek için elinden gelen gayreti gösterir.

Bunun dışında, günlük hayatında karşısına çıkan meselelerde de, her konuya gerçekten hak ettiği kadar değer verir. Asıl amacının Allah’ın rızasını kazanmak, O’nun beğendiği ahlakı yaşamak ve insanlara da gerçek huzuru ve mutluluğu yaşayabilecekleri bu ahlakı anlatmak olduğunu bilir.

Bu nedenle de, kimi kadınların günlük hayatlarında karşılaşıp da çok önemli gördükleri, gözlerinde büyütüp tasalandıkları, dert edindikleri pek çok konunun, insanın gerçek amacının yanında, ne kadar sıradan ve ne kadar önemsiz konular olduğunu bilerek hareket eder.

http://www.kurandakadin.com

Aralık 28, 2009 Posted by | Yaşam | , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Konuşabilme Mucizesi

Konuşmamız ve söylenenleri anlamamız beynimizdeki tasarım sayesinde mümkün. İşaret dili, konuşmanın beyinde nasıl oluştuğuna ışık tutuyor…

Konuşmanın sağ elini kullanan kimselerde önemli ölçüde beynin sol yarısı tarafından kontrol edildiği bilinmektedir. Felç geçiren yani beynindeki damarlardan bazısı tıkanan hastalarda, eğer beynin sol yarısı etkilenmişse, hastanın konuşması da büyük ölçüde hasar görür. Son olarak işaret dilini kullanan sağır ve dilsizlerden felç geçiren hastalarda aynı sonuçlara ulaşıldı. Yani işaret dilini kullanarak konuşanlar da, aynı normal konuşanlarda olduğu gibi, beyinlerinin sol yarısındaki konuşma merkezlerini kullanıyorlar ve konuşma merkezini etkileyen bir felç geçirdiklerinde işaret dilini kullanma becerilerini kaybediyorlar. Bu durum doğuştan özürlü yani normal konuşmayı hiç öğrenmemiş kimseler için de geçerlidir.

İşaret dilini kullanan özürlüler normal konuşanlardan farklı olarak işitme yerine görsel becerilerini kullanırlar. İşaret dilinin en şaşırtıcı özelliği ise tıpkı konuşma dili gibi oldukça kompleks bir gramerinin olması. Nitekim bu kimseler de, tıpkı konuşanlar gibi son derece karmaşık cümleler kuruyorlar. Diğer bir ilginç gerçek ise, evrensel tek bir işaret dilinin olmaması. Değişik ülkelerdeki sağır insanlar tamamen farklı işaret dilleri kullanıyorlar. Bunlar o derece farklı ki örneğin Amerikan işaret dilini kullananlar ile İngiliz işaret dilini kullananlar birbirleri ile anlaşamıyorlar.

İşaret dilini kullanan bir kimsenin beyninde gördüğü işaretler görme merkezinde değerlendirildikten sonra konuşma merkezine iletiliyor ve burada anlam kazanıyor. Oysa diğer görsel işlemler, örneğin bir çizimdeki şeklin değerlendirilmesi ve tanınması tamamen farklı beyin merkezlerinde gerçekleşiyor.

İşte burada, beyinde farklı hücreler arasında kusursuz bir işbirliği bulunduğu ortaya çıkıyor. Önce görme merkezinde seçilerek değerlendirilen el hareketleri, daha sonra diğer görüntülerden farklı olarak, birbirini takip eden işaretleri anlamlı kılacak gramerle birlikte değerlendirilmek üzere, konuşma merkezindeki hücrelere iletiliyor.

Beyindeki birbirinden uzak merkezler arasında her an olağanüstü bir işbirliği gerçekleşir. Milyarlarca sinir hücresinin bir an bile işini aksatmaması ve bu işbirliği sayesinde konuşur ve anlarız. Bu iki yetenek insan beyninde tasarlanmış olan benzersiz hassaslıkta bir iletişim ağı ile ortaya çıkmaktadır. Şuursuz hücreler arasındaki bu akıl almaz işbirliği elbette herşeye hakim olan bir kuvvetin kontrolü ile gerçekleşmektedir. Bu üstün kuvvet yüce Allah’a aittir. Herşeyin Yaratıcısı olan, sonsuz akıl sahibi Rabbimizin kusursuz yaratması sayesinde bir nimet olarak konuşur ve anlarız.

www.insanmucizedir.com

Aralık 26, 2009 Posted by | Biyoloji-Canlılardaki Yaratılış Delilleri | , , , , , | Yorum bırakın

Spermlerin Yol Bulmadaki Üstün Kabiliyetleri

Spermler yumurtaya varana kadar annenin vücudunda zorlu bir yolculuk geçirirler.

Spermlerin kapkaranlık bir yerde, yönlerini nasıl buldukları, nasıl mükemmel korunaklı bir makina gibi olduklarını paylaşmak istiyorum. Gerçekten etkileyici bir yazı olacağını düşünüyorum.

Almanya’nın Ruhr Üniversitesi profesörü fizyolog Hanns Hatt , spermlerin ana rahminde yumurtalığa ulaşabilmek için yollarını “koklayarak” bulduklarını açıkladı.

Hatt’ın, yaptığı araştırmalar sırasında, spermlerin ve insanların derilerinin de koku alabildiğini tespit ettiği kaydedildi.

Washington Üniversitesi Fizyoloji ve Biyofizik departmanından Babcock ise konuyla ilgili olarak, “araştırmalar gösteriyor ki yumurta, spermi “koklama” kabiliyetini göz önüne alarak seçiyor olabilir” dedi.
Spermin Zorlu Yolculuğu

İnsan bedenini oluşturan 60-70 kiloluk et ve kemik kütlesinin özü başlangıçta bir damla suda toplanmıştır. Akıl sahibi, duyan, gören, işiten ve vücut yapısı olarak oldukça karmaşık bir yapıda olan insanın bir damla sudan meydana gelmesi şüphesiz ki olağanüstü bir gelişimin sonucudur. Bu bir damla suyun yalnızca küçük bir bölümünü oluşturan spemlerin yapıları ve yerine getirdikleri görevlerse gerçekten hayranlık vericidir.

Yeni bir insan yaratılmasının ilk basamağı olacak spermler erkek vücudunun “dışında” üretilirler. Bunun sebebi üretimin, ancak vücut ısısının yaklaşık 2 0C altında gerçekleşebilmesidir. Bu ısının sabitlenmesi için ayrıca testislerin üstüne yerleştirilmiş özel deri de çalışır. Bunun fonksiyonu soğukta büzüşerek, sıcakta ise genleşip terleyerek gerekli olan ısıyı sabit tutmaktır.

Testislerde dakikada ortalama 1000 adet üretilen spermler, erkekten kadının yumurtalarına doğru yapacakları yolculuk için, sanki oradaki ortamı “biliyormuşcasına” özel bir tasarıma sahiptirler. Sperm; baş, boyun ve kuyruktan oluşur. Kuyruğu, spermin bir balık gibi ana rahminde ilerlemesini sağlayacaktır.

Bebeğin genetik şifresinin bir bölümünü barındıracak olan baş kısmı ise özel bir koruyucu zırhla kaplanmıştır. Bu zırhın faydası anne rahminin girişinde fark edilir: Buradaki ortam son derece asidiktir. Spermin, bu asidin varlığını bilen “birisi” tarafından koruyucu bir zırhla kaplandığı ise son derece açıktır. Bu asidik ortamın da nedeni annenin mikroplardan korunmasıdır.

Meni içindeki sıvılar spermlerin gerek duyduğu enerjiyi karşılayacak olan şekeri içerir. Ayrıca baz özelliğiyle ana rahminin girişindeki asitleri nötralize etmek, spermin hareket edeceği kaygan ortamı sağlamak gibi görevleri de vardır. Burada da yine iki ayrı ve bağımsız varlığın birbiriyle kusursuz bir uyum içinde yaratıldığını görüyoruz.

Spermler yumurtaya varana kadar annenin vücudunda zorlu bir yolculuk geçirirler. Kendilerini ne kadar savunurlarsa savunsunlar, 200-300 milyon spermden yumurtaya ulaşanların sayısı bini pek aşamaz.

Sperm yumurtaya uygun olarak düzenlenirken, çok ayrı ve farklı bir ortamda da yumurta yeni bir hayat için tohum olmaya hazır hale getirilmektedir… Kadının haberi bile yokken, yumurtalıklarda oluşan bir yumurta önce karın boşluğuna bırakılır ve hemen sonra ana rahminin fallop tüpü denen uzantılarının ucunda yer alan kollar sayesinde yakalanır. Ardından yumurta fallop tüpünün iç yüzeyindeki tüylerin hareketiyle ilerlemeye başlar. Büyüklüğü ise bir tuz tanesinin ancak yarısı kadardır.
Yumurta Sperm Buluşması

Yumurta sperm buluşmasının yeri fallop tüpüdür. Burada yumurta özel bir sıvı salgılamaya başlar. İşte bu sıvı sayesinde spermler yumurtanın yerini bulurlar. Dikkat edelim: Yumurta “salgılamaya başlar” derken bir insandan ya da şuurlu bir varlıktan söz etmiyoruz. Bu ufacık protein yığınının, “kendi kendine” böyle bir şeye “karar vermesi”, daha da ötesi spermi kendine çekecek bir kimyasal bileşim “hazırlayıp” salgılaması tesadüfle açıklanamaz. Ortada açık bir tasarım vardır.

Özetle, vücudun üreme sistemi özellikle yumurtayla spermi buluşturacak şekilde hazırlanmıştır. Ve kadın üreme sistemi spermlere, spermler de kadın vücudundaki ortama uygun olarak yaratılmıştır.

İnsan Bedeni Herşeyiyle Allah’ın Sonsuz İlminin Delillerinden Biridir

İşte bilim adamlarının son araştırmaları, mucizevi doğum olayının sadece bu aşamasıyla, yani spermin nasıl olup da uzun yolculuğu sonunda yumurtayı bulabildiğiyle ilgilidir.

Araştırmalar spermlerin “koku aldıklarını” göstermektedir. Bu bilgi karşısında tekrar durup düşünmek gerekir. Kokuyu alan, bir burnu ve aldığı kokuyu yorumlayan bir beyni olan, bu yoruma göre kararlar alıp uygulayan bir canlı mıdır? Elbette hayır. Bu, boyu yalnızca milimetrenin yaklaşık %1’i kadar olan bir spermdir. Bir spermin yumurtadan salgılanan sıvının kokusunu alabilmesi de onun Yüce Allah tarafından tasarlanıp yönlendirildiğinin açık bir kanıtıdır.

Tüm bu sistemler, herşeyin Yaratıcısı olan Allah’ın sonsuz kudretinin ve ilminin birer delilidir. Allah insan bedeninin derinliklerinde, gözle görülmeyecek kadar küçük noktalarda, insan zihninin kavrayış kapasitesini çok aşan mucizeler yaratmaktadır. Bedenlerimizde gerçekleşen bu mucizeler bizlere, insanın kendisi de dahil olmak üzere herşeyin üzerinde tek hakimin Yüce Allah olduğunu hatırlatmaktadır:

“… Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.” (Necm Suresi, 32)

www.insaninyaratilisi.com

Aralık 26, 2009 Posted by | Bilim | , , , , , | Yorum bırakın

Moskova Minareleri Kremlin’den Görülecek!

Rusya İslam Dünyası'nın Ortağıdır..

Bugün sizlerle dünyada dine dönüş haberlerinde bir tanesini paylaşmak istiyorum. Son günlerde İslam’ın dünyada adım adım yayılışı ile ilgili her güne yeni bir haber çıktığını farkedebilirsiniz. Kurulacak olan Türk İslam Birliği’nin ülkelerinden bir tanesi de Rusya olacaktır. Bildiğiniz gibi Rusya’da müslümanların sayısında hızlı bir artış var. Putin’in, önümüzdeki 20 yıl içinde nüfusunun yarıdan fazlasının müslüman olacağı öngörüsünden yola çıkarak, ülkesinde ki eğitim sisteminde Türkiye’yi örnek aldığı ile ilgili bir haberi de internet üzerinden okumuştum. Bu haberin linkini de sizlerle paylaşmak isterim. http://www.ensonhaber.com/dunya/246464/putin-imam-hatip-liselerini-inceliyor.html Diğer haber ile ilgili detayları yazımın devamında bulabilirsiniz.

“2 milyon Müslüman’ın yaşadığı Moskova’da bulunan altı caminin yetersiz kalması yetkilileri harekete geçirdi. Sokakta yüz binlerin bayram namazı kılmasına gönlünün razı olmadığını ifade eden Moskova Belediye Başkanı, başkente 10 caminin daha yapılması gerektiğini söylemişti. Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev de eski caminin içerisine ayakkabılarını çıkararak girmiş ve Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ravil Gaynuddin’den bilgi almıştı. Medvedev, ziyaret sonrası Moskova Belediyesi ve diğer kuruluşlara bir emir göndererek, cami inşaatına gerekli kolaylığı göstermelerini istemişti. Kremlin’e sadece 3 kilometre mesafede bulunan Merkez Camii’nde kapalı alanda 5 bin ve açık alanda da 20 bin olmak üzere toplam 25 bin kişi namaz kılabilecek. Türkiye’nin de iç süsleme, mihrap ve minber katkısı yaptığı caminin yaklaşık 200 milyon dolara mal olması bekleniyor. Moskova’nın sembollerinden biri haline gelecek caminin 2012 yılında ibadete açılması planlanıyor. 20 milyondan fazla Müslüman’ın yaşadığı Rusya’da 5 binin üzerinde cami bulunuyor.”

kaynak: http://www.timeturk.com/Moskova-minareleri-Kremlinden-g%C3%B6r%C3%BClecek_103357-haberi.html

Aralık 26, 2009 Posted by | Politika | , , , | Yorum bırakın

Hz.İsa Allah’ın Oğlu Değil Peygamberidir !

Hazreti İsa Ahir Zamanda İkince Kez Dünyay Gelecek Kutlu Peygamberdir

Hazreti İsa Ahir Zamanda İkince Kez Dünyaya Gelecek Kutlu Peygamberdir

Dünyanın en büyük iki İlahi dini olan İslam ve Hıristiyanlığın pek çok inançları ortaktır. Hıristiyanlar da biz Müslümanlar gibi Allah’ın mutlak varlığına, ezeli ve ebedi olduğuna, tüm kainatı yoktan yarattığına ve tüm maddeye sonsuz kudretiyle hakim olduğuna inanmaktadırlar. Allah Kuran’da Kitap Ehli hakkında birçok önemli bilgi vermektedir. Bunlardan bir kısmı Kitap Ehli’nden bazı kimselerin itikadi veya ahlaki hatalarıdır. Ama bunlar, Kitap Ehli’nin tamamının gaflet ve yanılgı içinde oldukları anlamına gelmez.

Ayetlerde Yahudi ve Hıristiyanlar arasında samimi dindar kişilerin de bulunduğu haber verilmektedir:

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli’nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)

Hıristiyanların içine düştükleri en büyük yanılgı ve hatalardan biri ise, gerçek Hıristiyanlıkta (yani Hz. İsa’ya vahyedilen hak dinde) bulunmayan ve Hz. İsa’nın Allah Katı’na alınmasının ardından geliştirilen “üçleme” (Allah’ı tenzih ederiz)dir. Üçleme yanılgısı Hıristiyanlar için ne ifade eder? Hıristiyanlık Filistin’de yaşayan Yahudiler arasında doğdu. Hz. İsa’nın çevresinde bulunan ve ona inanan insanların tamamına yakını Yahudiydi ve Hz. Musa’nın şeriatına göre yaşıyorlardı. Yahudiliğin en temel özelliği ise, Allah’a bir ve tek olarak iman etmekti. Ancak Hıristiyanlık, Hz. İsa’nın Allah Katı’na alınışının ve Yahudilerin dünyasından çıkıp putperest dünyaya doğru yayılışının ardından farklılaşmaya başladı. (Bu makale boyunca üçleme inancını tarif etmek amacıyla kullanacağımız tüm batıl ifadelerden Allah’ı tenzih ederiz.) ”

Üçleme” inancı bu sürecin sonunda ortaya çıktı. Bu kavram, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh”tan meydana gelmiş üçlü bir Allah inancı anlamında kullanılmaktadır. Üçleme, geleneksel Hıristiyanlığın en önemli iman şartlarındandır. Sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz’e bir ve tek olarak iman etmeyi esas alan tevhid inancı ile tamamen çelişen bu yanlış inancı şu maddelerle tanımlamak mümkündür: Üçleme inancına göre Allah, “Üçlü birlik” kavramıyla Kendisi’ni üç kişilikte göstermiştir ve Baba-Oğul-Kutsal Ruh aynı şeydir. Bu inanış şu cümlelerle özetlenir: “Baba, Oğul, Kutsal Ruh, tek olan Tanrı’nın Kendisi’dir”, “Tanrı; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak vardır”…

Akıl ve mantıkla çelişen bu hatalı inanışa göre üçlemedeki üç şahsın her biri Allah’tır, dolayısıyla aynı güç ve yetkilere sahiptir. (Allah’ı tenzih ederiz.) • Hz. İsa’nın sözde Allah’ın oğlu olduğuna inanılır. Bu yanlış inanca göre Hz. İsa Allah ile aynı öze sahiptir. Bu inanışa homoousnius adını verirler ve “Baba ile Oğul aynı özden, cevherden oluşur” şeklinde özetlerler. • Hz. İsa’nın yaratılmadığına, Allah’ın oğlu olarak sonsuzluktan geldiğine inanılır. Bu yanlış inanca göre Hz. İsa insanların kurtuluşu için gökten inmiştir, cesetlenip insan olmuştur. Bu inanışa enkarnasyon adı verilir.

 Üçleme inancı, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz’e batıl bir anlayışla bakan, Allah’ın insanlara peygamber olarak gönderdiği Hz. İsa’ya ilahlık atfeden yanlış bir inanıştır. Ancak, kendi içinde birçok çelişkiler barındırmasına ve tevhid inancının tamamen karşısında yer almasına rağmen, Hıristiyan inanışlarında çok önemli bir yere sahiptir. İlginç olan bir husus, tarih boyunca üçleme inancına karşı çıkıp, Hz. İsa’nın sadece Allah’ın peygamberi olan bir beşer olduğunu savunan çeşitli kişi ve toplulukların şiddetli baskılara maruz kalmış olmalarıdır. Bu kişilerin İncil’den ve Hz. İsa’nın hayatından getirdikleri deliller her zaman göz ardı edilmiş, insanlar bu konularda konuşmaktan menedilmişlerdir.

 Bu konuda en çok dikkat edilmesi gereken hususlardan bir diğeri de, üçleme inancına Kitab-ı Mukaddes’in hiçbir bölümünde rastlanamamasıdır. Ne Yahudilerin Kutsal Kitapları olan Eski Ahit’te ne de Hıristiyanların kutsal metni olan İncil’de bu inanç yer almamaktadır. Üçleme inancı İncil’de yer alan bazı ifadelerin yanlış yorumlarına dayanmaktadır ve bu kelime ilk kez 2. yüzyılın sonlarında Antakyalı Theophilus tarafından kullanılmıştır. Söz konusu inancın kabul görmesi ise çok daha sonraları gerçekleşmiştir.

Bu nedenle de Kitab-ı Mukaddes araştırmacıları ve üçleme karşıtları özellikle; “Eğer bu inanç gerçekten doğru olsaydı, Hz. İsa’nın bu konuyu tüm açıklığıyla insanlara anlatmış olması gerekmez miydi? Üçleme inancının Kutsal Kitap’ta açık ifadelerle yer alması gerekmez miydi?” soruları üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Bu sorulara kendilerinin verdikleri cevap ise açıktır: İncil’de tüm açıklığıyla yer almayan, dolayısıyla ilk Hıristiyanlar tarafından bilinmeyen bir inanç, Hıristiyanlığın temeli olamaz. Bu, Hz. İsa’nın ardından ve yerleşik Yunan kültürünün etkisiyle oluşturulan bir yanılgıdır.

Kuran’da Üçleme İnancı Reddedilmektedir Kuran-ı Kerim’de, Hz. İsa’nın Allah olduğu yönündeki yanlış inançlar açıkça reddedilir. (Allah’ı tenzih ederiz.) Rabbimiz Hz. İsa’ya karşı bu asılsız yakıştırmada bulunan kişilerin küfre saptıklarını bildirir:

Andolsun, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği (şudur:) “Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü O, Kendisi’ne ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.” (Maide Suresi, 72)

Ayette de bildirildiği gibi Hz. İsa onların bu yakıştırmalarından uzaktır. O, Allah’ın yarattığı bir kuldur. Rabbimiz’e teslim olmuş, yüksek ahlaklı, alemlere üstün kılınmış, çok mübarek bir peygamberdir. İnsanlara hak dini anlatırken de hep Rabbimiz’in üstün güç ve kudretini ifade etmiş, kendisinin de Allah’ın kulu olduğunu bildirmiştir. Ayette, Hz. İsa için ilahlık iddiasında bulunarak küfre sapanların, Allah’ı da hakkıyla takdir edemedikleri haber verilmiştir:

 Andolsun, “Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler küfre düşmüştür. De ki: “O, eğer Meryem oğlu Mesih’i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah’tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)

 Ayette haber verildiği gibi tüm insanlar Rabbimiz’in huzurunda aciz ve muhtaçtırlar. Allah tüm kainatı yoktan var eden, tüm varlıklar üzerinde mutlak güç ve hakimiyet sahibi olandır. Canlı cansız herşeyin kontrolü Allah’a aittir. Hz. İsa da Allah’ın yarattığı ve O’na boyun eğmiş bir kul ve Allah’ın elçisidir. Maide Suresi’nde Hz. İsa’nın kendisi hakkında öne sürülen asılsız iddiaları reddettiği ise şöyle bildirilmektedir:

Allah: “Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah’ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?” dediğinde: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen’de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen.” (Maide Suresi, 116)

Bir diğer ayette ise Hz. İsa’nın, insanlara verdiği gerçek mesaj şöyle bildirilmektedir: (İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) Bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım, ) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti.” (Meryem Suresi, 30-31)

Allah’ın Kuran ayetlerinde haber verdiği bir diğer gerçek ise peygamberlerin yaptıkları tebliğin özü ile ilgilidir. Al-i İmran Suresi’nde şu şekilde buyurulmaktadır:

 Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine Kitab’ı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra insanlara: “Allah’ı bırakıp bana kulluk edin” deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, “Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz Kitab’a göre Rabbaniler olunuz” (deme görevindedir.) (Al-i İmran Suresi, 79)

Rabbimiz, bu yanlış inançlardan münezzehtir. İhlas Suresi’nde Allah’ın sıfatları şu şekilde bildirilir: 

De ki: O Allah, birdir. Allah, Samed’dir (herşey O’na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir. (İhlas Suresi, 1-4)

 Gerçek budur. Allah tektir ve Hz. İsa O’nun kulu ve peygamberidir. Aynı Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberler gibi.

http://www.hazretiisagelecek.com

Aralık 26, 2009 Posted by | Hz.Mehdi ve Hz.İsa | , , , , , | Yorum bırakın

Kör Mimarlar: Termitler

Kör Termitlerin yaptıkları devasa yuvalarından biri

Herkese selam, bugün sizlere muhteşem bir yaratılış örneği olan KÖR TERMİTLER den bahsetmek istiyorum. Kör işçilerin Empire State büyüklüğünde bir bina inşa etmeleri mümkün müdür? Elbette ki değildir.

Ancak böyle bir şeyi hiçbir canlının yapamayacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü kör termitler hayatları boyunca kendi boyutlarına göre Empire State yüksekliğinde yuvalar inşa ederler. Termitlerin yaptıkları devasa yuvaları insanların yaptıkları binalar ile kıyaslamadan önce termitleri genel olarak tanıtmakta fayda vardır.

Termitlerin bilinen en önemli özelliklerinden biri, insanların bile kolaylıkla yıkamayacakları sağlamlıkta yuvalar yapmalarıdır. Her tür, kendi ihtiyacı olan özelliklere göre farklı tiplerde yuvalar inşa eder. Kimi yakıcı sıcaklardan korunmasını sağlayacak yuvalar yaparken başka bir tür ise yağmurlardan korunacağı yuvalar inşa eder. Bu yuvalar ağaç içlerinde bulundukları gibi çoğunlukla da toprağın üstünde ve altında da yer alırlar.

 Bir termit yuvası açıldığında süngerimsi bir görüntüyle karşılaşılır. Yuva yaklaşık 2,5 cm genişliğinde ya da daha dar sayısız hücrelerden oluşur. Bu hücreleri birbirlerine ancak termitlerin geçebileceği büyüklükte dar delikler bağlar. Termitlerin bu harika binaları yaparken kullandıkları hammaddeyse sadece toprak, kendi salgıları ve atıklarından ibarettir. Böylesine basit bir malzemeyle, bazıları ancak dinamitle yıkılabilecek kadar sağlam olan, üstelik içinde labirentler, havalandırma sistemleri ve kanallar gibi detaylı sistemler bulunan yuvalar yaparlar.

Görünüş olarak kuleye benzeyen ihtişamlı yuvaları yapan termitlerin asıl mucizevi özellikleri ise daha önce de bahsettiğimiz gibi kör olmalarıdır. Bu son derece şaşırtıcı bir durumdur. Termitler ne yaptıkları tünelleri, ne kullandıkları malzemeyi, ne bu malzemeyle yaptıkları topakları, ne de yükselttikleri odacıkları görebilirler.

Termitlerle insanların yaptıkları yapılar karşılaştırıldığında yaptıkları işin olağanüstülüğü daha net şekilde ortaya çıkmaktadır. Termitlerin yapmış olduğu gökdelenleri daha iyi değerlendirebilmek için başta belirttiğimiz Amerika’da bulunan Empire State binası iyi bir kıyas imkanı oluşturmaktadır. Bu binanın uzunluğu 443 metredir. Termitlerse 1-2 cm ebatlarında olan böceklerdir. Bu küçük cüsselerine rağmen 7 metre yüksekliğinde devasa yuvalar yaparlar.

Eğer termitler insanlarla aynı boyda olsalardı, yaptıkları yuvalar da Empire State binasının şu anki uzunluğundan 4 kat daha yüksek olurdu. İnsanların yapamadığı bu muazzam işlemi kör termitler milyonlarca senedir, var oldukları andan itibaren yapmaktadırlar. (Harikalar Dünyası, National Geographic, İstanbul, 1999, s.190)

Termitleri bütün özellikleri ile birlikte yaratan Allah’tır. Kör termitlere yaptırdığı ihtişamlı yapılarla alemlerin Rabbi olan Allah bize sonsuz kudretini ve ilmini tanıtmaktadır. Allah herşeyin yaratıcısıdır.

O herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)

Termitlerin Disiplinli Yapıları Termit yuvalarının yapısını incelediğimizde, büyüklüğünün yanı sıra son derece kompleks bir sistemle karşılaşırız. Termit kolonilerinde savunma görevini üstlenmiş özel askeri birimler bulunur. Asker termitler mükemmel bir askeri donanımla yaratılmıştır. Bazıları savaşçı, bazıları nöbetçi, bazıları da “intihar komandosu”dur.

Kraliçenin yumurtlayabilmesi, işçilerin duvar örüp tüneller açması veya yuvada yetiştirilen mantarların hasat edilmesi, ancak askerlerin görevlerini tam olarak yerine getirmeleri durumunda gerçekleşebilir. Termit kolonisinin tüm üyeleri, örgütlü topluluklar halinde yaşamaktadır. Bu topluluğun bireyleri arasındaki iletişim, koklama ya da tat alma yoluyla gerçekleştirilir. Bu sırada kimyasal sinyaller alınıp verilir. Bu kör, sağır ve dilsiz yaratıklar arasındaki inşaat, yiyecek arama, yuva arkadaşını tanıma, iz sürme, alarm hali ve savunma manevraları gibi karmaşık işler, kimyasal sinyaller aracılığıyla sağlanır.

Termit kolonisinin başlıca düşmanları karıncalar ve karınca yiyenlerdir. Koloni, bu düşmanların saldırısına uğradığında bir intihar ordusu harekete geçer. Ustura keskinliğinde dişlere sahip olan Afrika termitleri usta birer silahşördür. Uzun keskin dişleriyle saldırganların gövdelerini parçalar.

Termitlerin Fedakarlığı Termitlerin zaman zaman uyguladıkları bir savunma metodu da, gerektiğinde kolonilerini korumak uğruna kendilerini feda ederek, düşmanlarına zarar vermektir. Birçok değişik termit türü, bu intihar saldırısını çeşitli şekillerde gerçekleştirir. Bunların arasından, Malezya’nın yağmur ormanlarında yaşayan bir tür özellikle ilgi çekicidir.

Bu termitler, anatomileri ve davranışları açısından birer “yürüyen bomba” gibidir. Vücutlarındaki özel bir kese düşmanlarını etkisiz kılacak bir kimyasalla doludur. Mücadele sırasında termit, bir karınca ya da saldırgan bir hayvan tarafından sert bir şekilde sıkıştırılırsa, karın kaslarını şiddetli bir şekilde kasarak salgı bezlerini yırtar ve saldırganı sarı renkli koyu bir sıvıyla boğar. Bu tam bir intihar saldırısıdır, çünkü saldırı sırasında termitin iç organları parçalanır ve canlı ölür.

Termitlerdeki bu toplumsal dayanışma ve fedakarlık örnekleri, Darwinizm’in temel kabulü olan “her canlı kendi çıkarı için yaşar” varsayımını yıkmaktadır. Dahası bu örnekler, bu canlıların çok bilinçli bir biçimde organize edildiklerini göstermektedir.

Düşünelim: Bir termit niye nöbetçi olmak istesin? Üstelik bir seçim hakkı olsa, neden en zahmetli ve en özveri gerektiren işi tercih etsin? Böyle bir imkanı olsa, şüphesiz kendisine en rahat ortamı ve en iyi hizmeti sağlayacak görevi tercih ederdi. Kaldı ki bir zamanlar kendini feda edip böyle bir savunma yapmaya karar veren bir termit olduğunu varsaysak bile, bu termitin bu uygulamasını genlerine yükleyip yeni nesillere aktarması, elbette imkansızdır. Üstelik, tüm işçi termitler kısır canlılardır ve dolayısıyla zaten yeni bir nesil meydana getiremezler.

Ancak termitleri yaratan Allah, böylesine mükemmel bir koloni yaşamını tasarlamış ve bu sistemi oluşturan termit topluluğuna da belirli görevler vermiş olabilir. Nöbetçi termit de, Allah’ın kendisine ilham ettiği görevini büyük bir itaatle yerine getirmektedir.

Nitekim Kuran’da şöyle buyrulur:

…O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur… (Hud Suresi, 56)

kaynak kitap: termit mucizesi (harun yahya)

Aralık 25, 2009 Posted by | Uncategorized | , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Hz.Mehdi’nin Fiziksel Özelliklerinden Örnekler

Bugün sizlerle geleceği, SAHİH HADİSLERLE açık Ahir Zamanın Hidayet Önderi Hz.Mehdi (a.s) nin fiziksel özelliklerinden birkaç örnek vereceğim

 

HZ. MEHDİ (A.S.)’IN BAŞINDA BİR BEN, OMUZLARI ARASINDA KOYU RENK BİR BEN OLACAKTIR

…İmam Muhammed Bekir (as) veya İmam Cafer-i Sadık (as) demiştir ki, “HAZRETLERİNİN (HZ. MEHDİ (A.S.)’IN) İKİ ALAMETİ VARDIR, Kaim (as) BAŞINDA SİYAH BİR BEN OLACAK, OMUZLARININ ARASINDA REYHAN YAPRAĞINA BENZER KOYU RENK BİR BEN OLACAKTIR…”

[Gaybet-ül Numani]

HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ALNI PARLAK OLACAKTIR

Bir başka hadiste Hazreti Ali (as) tekrar İmam Mehdi (as)’den şu sözlerle bahseder: “… SAĞ UYLUĞUNDA BİR BEN VARDIR.”

[Yenabi-ül Mevedde, s. 423]

Ebu Said El-Hudri, Allah’ın Elçisi (sav)’den nakleder, “Şüphesiz Yüce Allah benim soyumdan ve Ehli Beytim’den… PARLAK ALINLI BİRİNİ ÇIKARTACAK, böylece o da yeryüzünü adalet, refah ve ekonomik eşitlik ile dolduracak.”


[İkdüd Dürer fi Ekber-i Muntazar, s. 101]

 

HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖN DİŞLERİ PARLAK OLACAKTIR

Bir başka hadiste Hazreti Ali (as) tekrar İmam Mehdi (as)’den şu sözlerle bahseder: “… ÖN DİŞLERİ PARLAKTIR ….”

[Yenabi-ül Mevedde, s. 423]

 

HZ. MEHDİ (A.S.) TEMİZ VE HUZURLU BİR ÇEHREYE SAHİPTİR

Tanınmış şair Ağa Seyyid Hasan, Hazretleri’nden (Hz. Mehdi (a.s.)’dan) söz etmiştir: “GÜZELLİĞİ TEMİZ YÜZÜNDEN YÜKSELİR, SABAH MELTEMİ HUZUR VEREN ÇEHRESİNDEN YAYILIR.”

 [Minanur Rahman, 2/237]

“Mehdi benim torunlarımdandır. YÜZÜ PARLAK BİR YILDIZ GİBİDİR, …Göklerde ve yerde yaşayan tüm canlılar ve kuşlar bile, onun hükümdarlığından ve halifeliğinden mutluluk duyacaktır. Yirmi yıl boyunca hüküm sürecektir.


[El-Beyan fi Ahbari Sahib-üz Zaman]

 

 

HZ. MEHDİ (A.S.)’IN TENİ AÇIK RENK OLACAK VE PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’DEKİYLE AYNI RENKTE İKİ BEN BULUNACAKTIR

Ebu Cafer, İmam Muhammed Bekir (as) Hazretleri cetleri yoluyla, Ehli Beytin lideri, Hazretleri, Müminlerin Emiri (as)’in minberden söylediklerini nakletmiştir, “AHİR ZAMANDA SOYUMDAN BİR KİŞİ ÇIKACAK, AZ AL RENKLE KARIŞIK AÇIK TENLİ OLACAK, … PEYGAMBERİN RENGİNDE İKİ ET BENİ BULUNACAK. O (HZ. MEHDİ (A.S.)) YÜKSELECEK.”


(İmam Hz. Mehdi (a.s.)’nin Hayatı, Allame Bakır  Şerif el- Kureyşi)

“Mehdi benim torunlarımdandır. … TENİ ARAPLAR’A (kırmızıya çalan beyaz), VÜCUDU İSRAİLOĞULLARI’NA BENZER. …” .


[El-Beyan fi Ahbari Sahib-üz Zaman]

Aralık 25, 2009 Posted by | Hz.Mehdi ve Hz.İsa | , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Gökyüzündeki Kıpkırmızı Gül: Rosetta Nebula

Kuran Allah'ın Sözü'dür

Kuran Allah'ın Sözü'dür

Sizlerle bugün Kuran’ın Allah’ın Sözü’nün olduğunu kanıtlayan bir ayeti paylaşmak istiyorum. Kuran’ı Kerim’in günümüze bakan Hak Kitap olduğunu, günümüz bilimi ile ortaya çıkan birçok gerçeği 1400 sene öncesinden bizlere bildirdiğini ve bunun bir mucize olduğunu anlayabilirsiniz.

Gökyüzündeki Kıpkırmızı Gül: Rosette Nebula “Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman;” (Rahman Suresi, 37)

Yukarıdaki ayetteki “kıpkırmızı bir gül” olduğu zaman ifadesinin Arapçası “verdeten ke eddihani”dir. Bu ifade ile gökyüzünde oluşan görüntü, kırmızı renkte bir güle benzetilmektedir. Bu tarif, gökyüzünde kırmızı renkte, katmerli bir görünüm alan gökcisimlerinden özellikle “Rosette Nebula” ile çok büyük benzerlik taşımaktadır.

Nebula uzayda bulunan bulutsu gaz kütlelerine verilen isimdir. Nebula oluşmadan önce bir yıldızdır ve bu yıldızlar çok büyük oldukları için, içten gelen basınç ve yüksek sıcaklığın etkisiyle uzay boşluğuna gaz salarlar. Bu gaz püskürmeleri oldukça büyük miktarda ve hızlıdır. Daha sonra bu gazlar yakınlaşarak bir gaz bulutu oluştururlar ve bu gaz bulutunun sıcaklığı 15.0000 C’den fazladır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/ Nebula_%28astronomi%29)

Nebulaların bir çeşidi, güle olan benzerliğinden dolayı bilim adamları tarafından da “Rosette Nebula” olarak adlandırılmaktadır. Rosette Nebula da geniş bir toz ve gaz kütlesidir ve yüzeyi dolunayın 5 katı kadar gözükür.

(http://www.seds.org/messier/ xtra/ngc/n2244.html) Bizden yaklaşık 5.000 ışık yılı uzaklıktadır ve gerçek çapının 130 ışık yılı genişliğinde olduğu tahmin edilmektedir. (http://en.wikipedia.org/wiki/Rosette_Nebula)

Penn Eyalet Üniversitesi’nden astronomi ve astrofizik alanındaki kıdemli araştırmacılardan Leisa Townsley liderliğinde bir ekip, Chandra X-ray teleskobunu kullanarak, Rosette Nebula’yı incelediler. Nebula içerisindeki yıldızların birbirleriyle çarpışarak 6 milyon derecelik gaz meydana getirdiklerini tespit ederek; Rosette Nebulası’ndaki yüzlerce yıldızı görüntülediler. Leisa Townsley gördüklerini şöyle yorumlamaktadır:

“Rosette Nebulası çevresinde, X-ışını yayımından meydana gelen muhteşem bir kırmızı parlaklık var, belki de galaksi içerisinde yıldızların oluştuğu bölgelerde benzerleri de bulunuyor.” (http://chandra.harvard.edu/press/ 01_releases/press_090601wind.html; Chandra X-Ray Observatory, Penn State University Press, 6 Eylül 2001)

Resimlerde görülen bu gökcisminin varlığı ancak teknolojik gözlem araçları ile mümkün olmaktadır. Kuran ayetinde gökyüzü ile ilgili dikkat çekilen bu durum, günümüz astronomi bulguları ile büyük bir uyum içerisindedir. Bir Kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

“Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın.” (Yunus Suresi, 61)

www.kuranmucizeleri.com

Aralık 24, 2009 Posted by | Bilim | | Yorum bırakın