Insanmucizedir's Blog

Just another WordPress.com weblog

Suriye’deki Olayların Bitmesi İçin Tek Çözüm Türk İslam Birliği’dir

Suriye’de şu ana kadar ateşkesler, büyük özverilerle gerçekleştirilen insani yardımlar, protestolar ve başka herhangi bir gayret, zulme ve zalimlere karşı kesin bir çözüm olmamıştır. Çünkü bu önerilerin tümü geçici çözümlerdir.

Zalimlerin hakimiyeti ve onlarca yıldır İslam âleminde yaşanan tüm sıkıntıların nedeni birlik olunmamasıdır. İman edenlerin birlik olmasının önemini, nasıl bir güzellik olduğunu kavrayamamalarıdır. Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhuru ve İslam Birliği olmadan fitne kalkmaz, kargaşa bitmez, dinmez ve rahatlık olmaz. Tek çözüm Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle kurulacak olan Türk İslam Birliği’dir.

270560 suriye

Suriye’de yaşanan olayların etkisi gün geçtikçe artmaktadır. 21 aydır devam eden olayların çözümüne yönelik herhangi bir sonuca ulaşılamadığı için, bu süre içinde 30 bin insan hayatını kaybetmiş, kayıtlı mülteci sayısı ise 380 bini aşmıştır. Özellikle Ağustos ayından itibaren komünist derin devletin askeri saldırılarını arttırmasıyla sivil halk büyük yıkım ve zarara uğramıştır. Günümüzde Suriye’de yaşanan bu olaylara Peygamber Efendimiz (s.a.v.) pek çok hadisinde dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkış alametlerinden biri olan Suriye’deki olaylar, hadislerde bildirildiği gibi Allah’ın izniyle Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle çözülecektir.

İnsani Yardımlar Suriye’deki Sorunlara  Çözüm Olamaz

Suriye’ye başta Avrupa Birliği olmak üzere zaman zaman dünyanın farklı ülkelerinden yiyecek ve tıbbi yardım yapılmaktadır. Ancak çatışmaların sürekli yer değiştirmesi nedeniyle bölgeye yardımların ulaştırılmasında sıkıntı yaşanmakta, gönderilen yardımlar da yetersiz kaldığından halkın ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Pek çok ülke ise beklenen derecede büyük yardımlar yapamamaktadır. Çünkü zengin ülke olarak tanımlanan ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde bile yoksulluk önemli bir problem oluşturmaktadır. Tüm dünyada yaşanan ekonomik kriz sonucunda ortaya çıkan işsizlik, sosyal güvenlik sistemlerindeki boşluklar gibi problemler zengin ülkelerdeki yoksulluğun artmasına neden olmaktadır. Çin ve Rusya gibi komünizmin etkisinin hissedildiği ülkelerde ise genel olarak tüm bireylerin yaşam düzeyleri düşük olduğundan yoksulluğun başka bir boyutu görülmektedir. Kısacası zengin ülkelerden gelenler de dahil olmak üzere Suriye’ye yapılan insani yardımlar bu ülkede yaşanan sıkıntılara çözüm sunmaktan çok uzak kalmaktadır.

Elbette insani yardımların yapılması, güçsüz ve zayıf bırakılmışların her türlü ihtiyacının karşılanması Allah’ın Kuran’da emrettiği güzel bir ahlak özelliğidir. Ancak bu, tek başına, insanların sorunlarının çözümü için yeterli değildir. Çünkü bu yardımların kim tarafından ve nasıl dağıtılacağı yani milletin menfaatinin gözetilip gözetilmeyeceği de olayın bir başka boyutudur. Bugün Suriye’deki olaylarda görünen tablo, bu bölgede zalim ve komünist ideolojinin etkisinin çok yoğun olduğudur. Din ahlakının yaşanmadığı bu ortamda  adaletli, merhametli ve vicdanlı bir dağıtımın gerçekleşmesi elbette beklenemez.

Diğer taraftan insanların hayat şartlarının iyileştirilebilmesi için ülke içinde bir düzenin ve istikrarın mevcut olması çok önemlidir. Bu istikrar ekonomiden sosyal yaşama kadar her alana hakim olmalıdır. Ülke bu bakımdan da tam bir karmaşa içindedir. Sonuçta insani yardımların çözüm olması, bu yardımların küçük etkisinin büyük sonuçlar doğuracağının beklenmesi çok büyük bir hatadır. Çünkü Allah bu konuda tüm inananlar için tek bir çözüm bildirmiş ve birleşmelerini emretmiştir:

“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff Suresi, 4)

İnsani Koridor,  Sınır Ötesi Operasyon ve Ateşkes Gibi Öneriler Akan Kanın Durmasına Engel Olamaz

Suriye’deki zulme çözüm olarak öne sürülen insani koridor, tampon bölge ve sınır ötesi operasyon girişimleri de buradaki akan kanın durmasına engel olamaz. Çünkü insani koridor ve tampon bölgenin oluşturulması halinde bunu kimin koruyacağı ayrı bir sorun haline gelecektir. Ateşkes önerileri de sonuçsuz kalmıştır. Nitekim Kurban Bayramı’nda ateşkes önerisine taraflardan olumlu cevap gelmesine rağmen, Suriye’de bayram boyunca 425 kişinin hayatını kaybettiği haberleri basında sıkça yer almıştır. Bu önerilerin sonuç getirmemesinin nedeni çözümün hep yanlış sistemlerde aranmış olmasıdır.

Mültecilerin Barındırılması Savaşın Sona Ermesini Sağlamaz

Suriye’deki savaştan ve zulümden kaçan insanların büyük bir kısmı Türkiye’de ve çevre komşu ülkelerde çadır veya konteyner kentlerde yaşamlarını devam ettirmektedirler. Elbette zorda kalan, yardım talep eden kişilere yardım yapılması, haklarının korunması, onlara en rahat edecekleri ortamlar hazırlanmaya çalışılması Kuran ahlakının gereğidir. Kuran ahlakını yaşayan Müslümanların bu kişilere karşı olan tutumları ayetlerde şöyle haber verilmiştir:

“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin “cimri ve bencil tutkularından” korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9)

Ülkemiz de Kuran’ın bu hükmünün gereği olarak sığınan mültecilere elinden gelen tüm yardımı göstermektedir. Ancak elbette ki bu geçici ve yetersiz bir çözümdür. Gönüllülerinin kamptaki mültecilere para ve eşya yardımında bulunması, yabancı ülkelerden gelen insani yardımlar hem bu kamplarda yaşayan insanların refah düzeyini yükseltmez hem de Suriye’deki savaşı sonlandırmaz.

Suriye’de Yaşanan Kavga ve Kargaşa Darwinist Materyalist Zihniyetin Ürünüdür

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, “Henüz bir tarafta sönmeden, diğer tarafta alevlenen fitneler görülecek ve semadan bir münadinin, “Emriniz filan nedir” şeklindeki nidasına kadar böyle devam edecektir.” (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.25)

Fitneler arka arkaya devam eder… Ne zaman bitti denilir, yine de devam eder gider.” (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 36) hadisleri ile dikkat çektiği gibi dünyada da Suriye’de de kargaşa ve şiddet olayları art arda yaşanacaktır. Ancak tüm Müslüman ülkelerde olduğu gibi Suriye’de de yaşanan kargaşa ve bölünmüşlüğün temelinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fitne olarak belirttiği Darwinist ve materyalist zihniyetin çok büyük etkisi vardır. Suriye İslam dinini kabul etmiş bir ülke olmasına rağmen, Kuran ahlakının getirdiği sevgi ve barış ruhunu yaşamamaktadır. Çünkü bu ülkede uzun yıllardır Darwinist eğitime ağırlık verilmiş, devlet yönetimleri Darwinizm’i desteklemiş, gençler Darwinist, materyalist olarak yetiştirilmişlerdir. İslami cemaatlerin ve grupların ezilmesi, din ahlakının özgürce yaşanmasının engellenmesi, eşit bir gelir dağılımının olmaması, mazlum halka yönelik saldırılar, Kuran ahlakına tamamen muhalif olan söz konusu Darwinist materyalist zihniyetin bir sonucudur.  Ülkede İslam ahlakının getirdiği demokratik ve özgürce paylaşılması gereken düşüncelerin yerine saldırganlığa, yağmaya ve şiddete dönüşen hareketler de aynı zihniyetin neticesidir.

Suriye’deki Olaylarda Neden Başarı Elde Edilemiyor?

Suriye’de yaşanan olaylarda halkın ve devlet güçlerinin karşı karşıya gelmesi, birbirlerine karşı bıçak ve satır kullanmaları ile bu baskıcı rejimler değişmez. Değişim, sokak çatışmalarıyla, yağmalarla, saldırganlıkla, şiddetle gerçekleştirilemez. Şiddete dayalı yöntemle meydana gelecek değişim, asla insanların özlemi ve ihtiyacı içinde oldukları huzuru, refahı ve güveni onlara sunmaz. Alınan insani yardım, ateşkes, insani koridor, mülteci kampları gibi suni çözümlerle birtakım başarılar ve gelişmeler elde edilebilir. Ama bunlar kalıcı ve tam tatmin edici çözüm oluşturmaz. Kalıcı ve gerçek çözüm, ancak Allah’ın ve Resulullah (s.a.v.)’in gösterdiği yola uyarak sağlanır. Allah’ın ve Resulü (s.a.v.)’in gösterdiği çözüm ise tüm İslam aleminin manevi bir lider etrafında birleşmesi, Türk İslam Birliği’nin tesis edilmesidir. Bunun için de Mehdiyet’in sürekli olarak gündemde tutulması ve faaliyetlerini sürdüren Hz. Mehdi (a.s.)’ı Müslümanların aramaları gerekmektedir.

Mehdiyet’in Getireceği Huzur ve Refah Ortamına Kavuşmak İçin Müslümanlar İttihad-ı İslam’ın Kurulmasına Çaba Göstermelidirler

İttihad-ı İslam’ın ilk adımı olarak Türkiye ve Suriye birleşmeli, Türkiye oradaki kardeşleriyle kucaklaşmalıdır. Bunun için Türkiye ve Suriye arasındaki sınırlar hemen açılmalı, vize ve pasaport kaldırılmalı, herkesin iki ülke arasında serbestçe dolaşımı sağlanmalıdır.

İttihad-ı İslam her iki ülke halkının da rahat ve huzur bulacağı, barış içinde yaşayacakları tek çözüm yoludur. Allah’ın adetullahı gereği Rabbimiz mutlaka İttihad-ı İslam’ı oluşturacaktır. Fakat önemli olan daha fazla acı çekilmeden, vakit kaybedilmeden bu farz vazifenin gerçekleşmesi yönünde çalışmaktır.

İlk olarak Suriye ile Türkiye’nin birleşmesi İttihad-ı İslam yolunda atılan çok mübarek ve Kuran ruhuna uygun bir hareket olacaktır. Müslümanların bir araya gelmesi “Ya Allah Bismillah” deyip, şeytandan Allah’a sığınıp birleşmeleri Yüce Allah’ın farz kıldığı vazifenin başlangıcı olarak büyük bir sevinç kaynağı olacaktır. Rabbimiz tüm Müslümanların kardeş ve tek bir topluluk olmalarını emreden ayetlerde bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:

“Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet ediniz. Onlar, işlerini kendi aralarında parça parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar); hepsi Biz’e döneceklerdir.” (Enbiya Suresi, 92-93)

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Aralık 1, 2012 Posted by | Haberler | , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Hz.Mehdi Nasıl Tanınır ?

SAYIN ADNAN OKTAR’IN KAÇKAR TV’DEKİ CANLI RÖPORTAJI
(8 OCAK 2009)

ADNAN OKTAR: Mehdi’yi başlangıçta tanımak ancak imanın nuru ile olur. Yani şüphe edeceğiz biz Mehdi’den, acaba o mu diyeceğiz, yani ilk başlangıçta en fazla şüphe edebiliriz. Ama asıl tanımamız Hz. İsa ile beraber namaz kılmasıyla olacak. Hz. İsa onu sırtından tutup imamlığa geçirecek, yani böyle ulul azim bir Peygamberin onu imamlığa geçirmesinden onun Mehdi olacağını anlayacağız inşaAllah. Allahualem Mehdi’dir diyeceğiz.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN KANAL 35’DEKİ (İZMİR) CANLI RÖPORTAJI
(18 Ocak 2009)


ADNAN OKTAR: “Onun mukarreb ve havassı derin imanlı yakın talebeleri nur-u iman ile, iman ışığı ile onu tanır. Yoksa bedahat, -birden bire ve açıkça derecesinde- herkes onu tanımayacaktır”, Mektubat sayfa 60, Said Nursi Hazretleri diyor bunu. Halbuki demiştik bu dünya tecrübe meydanıdır diyor Said-i Nursi, akla kapı açılır fakat ihtiyarı elinden alınmaz, yani mecbur olacak şekilde, iman etmeye mecbur edilecek şekle getirilmez diyor. Öyle ise o eşahs kişiler ve o kişi dahil çıktığı zaman çokları hatta kendisi de bidayeten kendisini bilmez, belki Nuru imanın dikkati ile o eşahs ahir zamanda tanınabilir, Mehdi yani belki tanınabilinir.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN KON TV’DEKİ CANLI RÖPORTAJI
(8 Şubat 2009)


ADNAN OKTAR: Peygamberimiz’in kılıncı kuşandırılacak ilk defa; hiç kimse şu ana kadar Peygamberin kılıncını kuşanmamıştır. Direk üzerine takacak kılıncı. Hiç kimse Peygamberimiz’in hırkasını giymemiş, Hırkasını giyecek üstüne. Peygamberimiz’in Bayrağını eline alacak, Sancağı Şerifi. İnsanlar kendini kaybedecekler, biat anında. O’na karşı muhabbetlerini, sevgilerini ifade eden, yani onun liderliğini kabul etme anlamında bir sözdür bu; bu oluşacaktır.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN TEMPO TV’DEKİ CANLI RÖPORTAJI
(13 Ocak 2009)

ADNAN OKTAR: Mehdi’nin en belirgin reddedilmez özelliği Hz. İsa’yla beraber kılacağı namazdır. Hz. İsa onu sırtından iterek namaza geçirecektir. Yani iki omzundan iterek, O siz buyurun diyecek namaza Mehdi. Hz. İsa kabul etmeyecek, sen imamsın, sen kıldıracaksın diyecek. Onu namaza geçirecek, böylece Mehdi’nin liderliğini de vurgulamış olacak.


SAYIN ADNAN OKTAR’IN KANAL 35’DEKİ (İZMİR) CANLI RÖPORTAJI
(18 Ocak 2009)

ADNAN OKTAR: Mehdi zaten Kutsal Emanetler nerede ise Mehdi de oradadır, İnşaAllah.  Allah’ın İstanbul’da Kutsal Emanetleri saklaması ve muhafaza etmesi, mesela burada düşman işgali de oldu, mesela Allah onları yok ettirebilirdi onlara, ama işte kaderinde yok. Mesela Peygamber Efendimiz (sav)’in kılıncına hiç bir şey olmamış kalmıştır bu vakte kadar, sancağına hiçbirşey olmamış kalmıştır, hatta ikinci bir sancak var onu Mehdi açacak diyor Peygamber Efendimiz (sav) , ceylan derisi içerisinde hiç açılmamıştır o diyor Topkapı’da o var. 

MUHABİR: Evet

ADNAN OKTAR:  Sancak İnşaAllah, o Kutsal Emanetler ile çıkacak işte, o da Müslümanlarda çok çok şiddetli bir heyecana sebep olacak inşaAllah, ama çok çok şiddetli bir heyecana sebep olacak inşaAllah. Yani o günleri inşaAllah göreceksiniz.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN KANAL 35 TV (İZMİR) RÖPORTAJI
(25 Ocak 2009)


ADNAN OKTAR:  Diyor ki, Naim, Salman Bin İsa’dan tahriç etti o dedi ki: Duyduğuma göre Mehdi elinde Sekine bulunan tabut, Taberiye gölünden çıkarılır. -Hz. Musa zamanındaki sandık, kutsal sandık, Taberiye gölünde bulunacak diyor- Beyt-ül Makdis’de O’nun önüne getirilir. –Mehdi’nin önüne getirilir- Yahudiler bunu görünce pek azı hariç çoğu Müslüman olurlar. –Yahudilerin büyük bölümü bu olaydan sonra Müslüman olacaklar diyor-

www.hazretimehdi.com

www.beklenenmehdi.com

www.harunyahya.org

Ocak 31, 2010 Posted by | Hz.Mehdi ve Hz.İsa | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Türkiye’nin İslam Dünyasındaki Rolü Rusya’nın Çıkarına

Rus uzman Dmitri Babiç, Ankara’nın İslâm dünyasında artan rolünün Moskova’nın uluslararası alanda ağırlığının artmasına katkı sağlayacağını söyledi. Babiç, “Türkiye, 2009 yılında 25 milyar dolarlık toplam ticaret hacmi ile Avrupa Birliğinden sonra Rusya’nın ikinci partneri. Ankara’nın başarısı Rusya’nın uluslararası arenada ağırlığını arttıracak” değerlendirmesinde bulundu.

TÜRKİYE’NİN İSLÂM DÜNYASINDAKİ ROLÜ

RUSYA’NIN ÇIKARINA

Rus uzman Dmitri Babiç, Ankara’nın İslâm dünyasında artan rolünün Moskova’nın uluslar arası alanda ağırlığının artmasına katkı sağlayacağını söyledi. “Ilımlı İslâmcıların seferi” başlığı ile kaleme aldığı makalesinde Babiç, Türk Hükümeti’nin Afganistan ve Pakistan liderlerini İstanbul Zirvesi çerçevesinde bir araya getirdiğine dikkat çekti. Bunun Türkiye’nin İslâm dünyasının lideri konumunu güçlendirdiğini ifade eden Babiç, “Türkiye, 2009 yılında 25 milyar dolarlık toplam ticaret hacmi ile Avrupa Birliği’nden sonra Rusya’nın ikinci partneri. Ankara’nın başarısı Rusya’nın uluslar arası arenada ağırlığını arttıracak” değerlendirmesinde bulundu. Pazartesi günü Türkiye açısından iki önemli olay daha olduğunu kaydeden Rus uzman, “Ankara’nın şansı artıyor. Mevlüt Çavuşoğlu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin başkanlığına seçildi. Bir de Türkiye’nin nüfusu 72 milyona çıktı. Bu Rusya’nın yarısı anlamına geliyor.” tespitinde bulundu.

http://www.turkislambirligi.com

Ocak 28, 2010 Posted by | Haberler | , , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Bu Gerçeği Mutlaka Çok İyi Anlamalıyız

İnsan, kendi dünyasına yalnızca elips şeklindeki ekranın içinden bakar. Gözünü kapattığında ise bu dünya tamamen yok olur. Gözünü eliyle hareket ettirdiğinde, karşısındaki koskoca binalar, araçlar da hareket eder. Eğer muhattap olduğu şey maddenin gerçeği olsa, kuşkusuz ki koskoca binaları, araçları tek bir el darbesiyle hareket ettirebilmesi mümkün olmayacaktır. Göze yapılan küçük bir parmak darbesinin bu devasa dünyayı hareket ettirebilmesinin tek sebebi, insanın maddenin dışarıda var olan gerçeğiyle değil yalnızca beyninde oluşan görüntüsü ile muhattap olmasıdır.

Maddenin dışarıdaki aslını bilmeniz imkansızdır. Beyninizde sizin için yaratılan dünyada ise hiçbir şeyin sertliği yoktur, kokusu, rengi yoktur. Hiçbir şeyin derinliği de yoktur, her şey iki boyutlu tek bir satıh üzerinde, birkaç santimetrekarelik bir alanda, birer elektrik sinyali uyarısının sonucu olarak oluşur. Bunu oluşturan, bir madde olarak insana sunan, ruha algılatıp onda hissiyat yaratan, alemlerin Rabbi olan Allah’tır.

İnsan, bu ekranın içinde yaratılan her şeye çok çabuk aldanır. İnsan, maddenin dışarıdaki gerçeğine ulaşamaz. Beynindeki görüntü bir hayal olarak yaratılır ve gerçekte beyninde yaratılanların var olup olmadıklarını da bilmez. Fakat buna rağmen, bunların tümünün varlığından tereddüt etmeksizin emin olur. Çünkü beyninde yaratılan görüntü çok nettir; bir televizyon ekranında elde edilemeyecek kadar nettir. Beyinde yaratılan ses çok nettir. Hiçbir müzik aleti bu kalitede ses üretememektedir. Sesin geldiği bir yer vardır. Öyleki ses, yalnızca beyinde yaratılıyor olmasına rağmen, size seslenen kişinin sizden metrelerce uzakta ve arkanızda olduğuna emin olursunuz. Oysa o, beyninizde oluşan renkli ve hareketli dünyanın bir parçasıdır ve yalnızca elektrik sinyallerinden ibarettir. Görüntü gibi, sesin de dışarıdaki aslına ulaşmanız mümkün değildir. Beyinde yaratılan dünya, o kadar gerçekçi, o kadar kalitelidir ki, insanların büyük bir çoğunluğu, bunun birer görüntüler bütünü yani birer hayal olduğu konusunda bir türlü ikna olamazlar. Ama gerçek böyledir.

Bu, Allah’ın üstün yaratma sanatıdır.

İnsanların bir kısmı, dışarıdaki maddesel dünya ile muhattap olduklarını zannederek ciddi şekilde yanılır. Ve yalnızca beyinlerinde oluşan hayali dünyayı delil getirmeye çalışarak Allah’a karşı bir mücadele içine girerler. Varlıkların “yaratılmamış” olduğunu iddia edecek dereceye gelir, maddesel unsurların yoktan var etme gücüne sahip olduklarını iddia edebilirler. Oysa bu kişiler, dışarıda var olan maddesel unsurların hiçbirine hiçbir şekilde ulaşamamaktadırlar. Yalnızca kendileri için yaratılan bir hayal ile muhataptırlar. Beyinde elektrik sinyallerinden oluşan bir dünyanın içinde yaşamaktadırlar. İnsan, yalnızca ve yalnızca Allah’ın kendisi için belirlediği kadarını görebilir, o kadarını algılayabilir. Ve dünyası bundan ibarettir. Bunun dışına, Allah’ın dilediği kadarının dışına, asla ulaşamaz.

Yüce Rabbimiz bir ayetinde şu şekilde buyurmaktadır:

Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Hicri 13. yüzyılın değerli İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi, bu gerçeği şu sözlerle ifade etmiştir:

DÖRDÜNCÜ REMİZ: Ey dünyaperest insan! Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir. Fakat o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu için, birbiri içinde in’ikâs edip (yansıyıp), göz görünceye kadar genişliyor. Kabir gibi dar iken, bir şehir kadar geniş görünür. Çünkü o dünyanın sağ duvarı olan geçmiş zaman ve sol duvarı olan gelecek zaman, ikisi mâdum (yok) ve gayr-ı mevcut oldukları halde, birbiri içinde in’ikâs edip (yansıyıp) gayet kısa ve dar olan hazır zamanın kanatlarını açarlar. Hakikat hayale karışır; mâdum (mevcut olmayan, yok olan) bir dünyayı mevcut zannedersin.

Bu gerçeğin anlaşılması son derece önemlidir. Çünkü bu gerçek anlaşıldığında insan, kendi dünyasını oluşturan her şeyin Allah’ın eseri olduğunu, Allah’tan geldiğini, kendisi için özel olarak Allah tarafından o anda, özenle ve ilgi ile yaratıldığını fark edebilecektir. Bu gerçeği anladığı takdirde, gördüğü her şey, eline aldığı bir bardak, oturduğu koltuğun rahat yastığı, televizyonunun kanallarını değiştiren bir kumanda, tabağını üzerine koyduğu bir sehpa, kısacası her şey sürekli olarak kendisine Allah’ı hatırlatacak, Rabbimiz’in üstün sanatını gösterecektir. Çünkü bütün bu görüntüler, o anda Yüce Allah tarafından yalnızca o kişi için özel olarak yaratılmaktadır. Allah’tan bir ikram ve nimet olarak ona sunulmaktadır.

İnsan, bunu anladığı zaman, artık elindeki tabağı yapanın aslında bir fabrika olmadığını, tabağın, beyninde onun için yaratılan dünyada Yüce Rabbimiz tarafından yaratıldığını anlayacaktır. Beyninde oluşan görüntüde o an herhangi bir fabrika yoktur. Elindeki tabak ona hazır olarak gelmiş, bu görüntü içinde hazır olarak yaratılmıştır. İşte bu büyük bir mucizedir. Allah, sürekli olarak insana, ihtiyacı olan her şeyi yaratmakta, ikram etmekte, sunmaktadır. Ve Allah tüm bunları sebeplerden bağımsız olarak var etmektedir. Fabrika da, laboratuvar da insanın beynindeki ekranda insan için özel olarak yaratılmış olduğundan, bunların tümü Allah’ın yarattığı görüntü bütünün birer parçasıdırlar. Bunların tümü, Allah’ın lütfettiği, Allah’ın insan için yarattığı dünyaya aittir. Allah dilemedikçe, insanın bunun ötesine ulaşması mümkün değildir.

Bu gerçeği anlamanız son derece önemlidir. Eğer beyninizde oluşan dünyanın dışarıda bir yerlerde oluştuğunu ve (Allah’ı tenzih ederim) Allah’tan bağımsız olduğunu düşünürseniz, bunları (gördüğünüz her görüntüyü Allah’ın an an yarattığı gerçeğini) anlayamaz ve çok büyük bir yanılgıya düşersiniz. Dışarıda var olan fabrikanın aslına ulaşamayacağınızı, bunun sizin yalnızca zihninizde yaratılmakta olduğunu unutursanız, bu anlatılanları mucize olarak görmeniz ve anlatılanları kavramanız güçleşir.

Fakat eğer sizin dünyanızı meydana getiren tüm görüntülerin, beyninizde bir ekranda oluşturulduğunu, maddenin dışarıdaki aslına hiçbir zaman ulaşamayacağınızı fark ederseniz, o zaman bu görüntü dahilinde yaratılan her şeyin Allah’ın eseri olduğunu görebilirsiniz. Bu görüntülerin yalnızca sizin için yaratılmış oluğunu, Allah’ın rahmetinden, sevgisinden ve korumasından dolayı sürekli size nimetleri sunmakta olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz. Bunu anladığınızda, Allah’ın Yüce Kudretini takdir edebilir, nimetlerin değerini daha iyi görebilir, daha önce hiç fark etmediğiniz şeylerin ne kadar gerekli ve değerli olduğunu ve sizin için sürekli olarak yaratılmakta olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz.

Hiç durmaksızın Allah’ın koruması ve nimeti altında yaşarız. Allah insanlara güzellik ve bereket sunar. Allah’ın Yüce Kudreti, merhameti ve sevgisi kesintisiz olarak üzerimizdedir. Beynimizin içinde kusursuzca, kapsamlı ve güzelliklerle dolu olarak yaratılmış olan dünyamız, bize Allah’ın lütfudur. Bizleri de, yaşadıklarımızı ve gördüklerimizi de, nimet olarak bize gelenleri de, hislerimizi ve düşüncelerimizi de Allah yaratır. İşte bu nedenle sevilmeye, övülmeye, yüceltilmeye layık olan tüm alemlerin Sahibi ve Yaratıcısı olan, lütfu geniş olan Yüce Rabbimiz Allah’tır.

Şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf (fazl) sahibidir, ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. (Neml Suresi, 73)

http://www.maddeninardindakisir.com/itirazlarcevaplar.htm

Ocak 25, 2010 Posted by | Bilim | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | 2 Yorum

Görüyorum Dediğimiz Hiçbir Şeyin Aslını Göremeyiz

Sizce rüyalarımızla gerçek hayat dediğimiz arasında nasıl bir fark var?

Rüyalarımızda da sevinir, ağlar, koşar, çalışır, yorulur, terleriz… gerçek hayatta da…

Sizce görüyorum dediğimiz, herşeyin aslında kendisini mi görüyoruz?

Hologram bir dünyada mı yaşıyoruz? İşte bilimin gösterdiği gerçek;

İnsanlar her şeyi “gözleriyle” gördüklerini zannederler. Bunun sebebi, doğdukları andan itibaren aldıkları dış telkinlerdir. Oysa gören “göz” değildir ve bu bilimsel bir gerçektir Nitekim gözlerin (ve gözlere bağlı olan milyonlarca sinir hücresinin) tek görevi, görme işleminin gerçekleşmesi için beyne mesaj iletmektir. Lisede öğretilen, dolayısıyla lise öğrenimi görmüş herkesin vakıf olduğu bu bilgiyi burada bir kez daha tekrarlayarak hatırlatmak isterim: Bir cisimden gelen ışık, gözün ön kısımında bulunan mercekten geçer ve görüntüyü arka kısımdaki bölgeye yansıtır. Retina adlı tabakaya düşen görüntüler, buradaki milyonlarca sinir ucu tarafından elektriksel akıma dönüştürülür ve beyindeki görmeyle ilgili merkeze iletilir. Beyin, bu sinyalleri üç boyutlu, anlamlı görüntüler haline getirir ve böylelikle görüntü algılanır. Diğer bir anlatımla; görme eksenine gelen ışık demetleri anında elektrik sinyallerine dönüştürülür ve böylece biz bu sinyalleri renkli ve üç boyutlu bir dünya olarak görürüz.

Bu bilgiden çıkan sonuç ise şudur: · Bizler hayatımız boyunca, gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz. Oysa göz görmez, sadece elektrik sinyallerini görme merkezine iletir. · Kulaklarımızla duyduğumuzu zannederiz. Oysa duyan kulaklarımız değildir. Kulaklarımız sadece elektrik sinyallerini duyma merkezine iletir. · Dışarıdaki dünyanın aslıyla muhatap olduğumuzu zannederiz. Oysa dışarıda dünya vardır ama biz bunun aslıyla hiçbir zaman muhatap olamayız, beynimizdeki küçücük bir noktanın içindeki dünyayı görürüz. Bilimin gösterdiği bu gerçeğe göre, biz, örneğin denizin üzerinde gitmekte olan bir tekneye baktığımızda denizi ve tekneyi gözlerimizle görmeyiz, çünkü bu manzaraya ait görüntü gözümüzün önünde değil, beynimizin arka tarafında oluşur.

Büyük bir villanın sahibi olan kişi villasını, bahçesini, otoparktaki arabasını, villasında çalışan insanları, ailesini, arkadaşlarını gözleriyle gördüğünü zannederken, aslında bu kişi beyninin arka tarafındaki küçücük bir bölgede tüm bu sayılanların asıllarını değil sadece kopyalarını görmekte, kopyalarıyla muhatap olmaktadır. Ya da kafesteki kuşu seyreden bir insan, kafesi ve kuşu zannettiği gibi gözleriyle görüyor değildir. Işık bu kişinin gözündeki retinaya geldiğinde, retinada kafesin ve kuşun ters ve iki boyutlu görüntüleri oluşmakta, ardından bu görüntü, elektrik akımına dönüşerek beynin arkasındaki görme merkezine ulaşmakta ve kafes ile kuşun düz, üç boyutlu ve kusursuz görüntüsü burada görülmektedir.

“Gözümle görüyorum” diyenleri yanıltan, derinlik algısıdır

Karşımızda duran kişiye baktığımızda, biz, onun ancak beynimizde oluşan kopya görüntüsünü görürüz. Hiçbir zaman ve hiçbir şekilde o kişinin aslını göremeyiz. Örneğin televizyon seyrederken televizyonda, hareketli ve renkli oldukları için bize “gerçekten var” gibi görünen görüntüleri görür ve bunları da kesin olarak gözlerimizle gördüğümüzü iddia ederiz. Oysa televizyon seyrederken bizler yalnızca beyinlerimizdeki küçücük alanda elektrik akımlarının meydana getirdiği görüntüleri seyretmekteyizdir. Aynı şekilde, etrafımızda gördüğümüz her şey; bahçeler, ağaçlar, çiçekler, evimiz, evimizdeki bütün eşyalar, sahip olduğumuz bütün mal-mülk, ailemiz, arkadaşlarımız… hepsinin sadece beynimizin içerisindeki kopyalarıyla muhatap oluruz. Kısacası şu apaçık bir gerçektir ki, bugüne kadar hiçbirimiz hiç kimsenin ya da hiçbir eşyanın aslını göremedik. Bizler maddesel dünyanın ancak görüntüsüyle muhattap oluruz. Bu son derece açık ve kesin olan gerçeği insanların kavramasını engelleyen en önemli unsurlardan biri, gördüğümüz şeylerin aslıyla muhatap olduğumuz yanılgısına kapılmamızı sağlayan “derinlik algısı”dır. Camdan bakıldığında karşıda görülen apartmanla, bakan kişinin arasındaki uzaklık hissi onu bu gerçeğe inanmaktan alıkoyabilmektedir. Bu nedenle bazı insanlar, “Tamam, bütün görüntü beynimde oluşuyor, ama her şey beynimdeki küçücük bir noktaya nasıl sığıyor? Örneğin camdan baktığımda gördüğüm apartmanlar, yollar, arabalar ve ben, hep birlikte nasıl aynı noktada bulunabiliyoruz?” diye düşünebilmektedir. Oysa “uzaklık” da, beyinde meydana gelen bir boşluk hissinin algılanmasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla insanın kendisinden uzakta zannettiği şey de, aslında yine beynindeki küçücük bir noktada oluşmaktadır.

Bunu şu örnekle daha iyi anlayabiliriz: Televizyon düz bir satıhta iki boyutlu görüntü oluşturduğu halde, ışık, perspektif ve gölge oyunları kullanıldığında bu düz satıhta üç boyutlu, derinlikli bir görüntü oluşturulabilmektedir. İşte beyinde oluşan algı da buna benzerdir. Beyinde oluşan iki boyutlu görüntüde biz uzak mesafeler algılayabiliriz, ama aslında bunların hiçbiri bizden uzakta değildir, aksine hepsi içimizde, beynimizdeki küçücük bir noktadadır. Gözümüzün gördüğü her yeri alabildiğine saran masmavi gökyüzü, denizin ufuk çizgisinde yükselen dağlar, Güneş, yıldızlar, içinde bulunduğumuz oda, üzerinde oturduğumuz koltuk… hepsinin kopyaları beynimizdeki küçücük noktada oluşmaktadır. Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için gördüğümüz rüyaları düşünebiliriz.

Rüyalarımızda çok net ve gerçekçi görüntüler görürüz. Hiç gitmediğimiz ülkelere gider, hiç tanımadığımız insanlarla konuşur, sürat motorları, yarış arabaları kullanır, lezzetli yiyecekler yer, güzel bahçelerde dolaşır, sevinç, heyecan, korku gibi çeşitli duygular yaşarız… Gördüklerimizin gerçek olduğuna o kadar inanırız ki, kimi zaman uyandığımızda, kısa bir süre, gördüğümüz şeyin gerçek olup olmadığını düşünmekten kendimizi alamayız. Peki rüyayı gerçekten ayıran nedir? Her ikisi de zihinde algı olarak yaşanmaktadır. Bu açıdan rüya ile “gerçek” dediğimiz dünya hayatı son derece benzerdir. İşte burada çok önemli bir konu devreye girmektedir: Bu kadar kusursuz, eksiksiz, mükemmel bir algıyı beyin nasıl oluşturmaktadır? Bu görüntüyü nasıl algılayabilmektedir?

Gerçek şu ki, görüntüyü algılayan ne beyindir, ne de elektrik akımları. Zira beyin yalnızca protein ve yağ moleküllerinden, atomlardan oluşan bir et parçasıdır. Bu durumda bütün görüntüleri atomların gördüğünü, dahası neşe, coşku, korku, heyecan gibi bütün hisleri atomların hissettiğini düşünmek imkansızdır. Öyleyse gören, işiten, güzel bir manzarayı gördüğünde, etkileyici bir müziği duyduğunda zevk alan, sevimli bir tavşan yavrusunu gördüğünde hayran olan, çileğin, karpuzun, şeftalinin tadından hoşlanan, bir dostunu gördüğünde sevinen kimdir? Hiç kuşkusuz bütün bunları yapan “göz” olmadığı gibi, “beyin” de değildir. Bu, hepsinin ötesinde bir varlık olan “ruh”tur

(http://www.maddeninardindakisir.com/)

Ocak 23, 2010 Posted by | Bilim | , , , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın