Insanmucizedir's Blog

Just another WordPress.com weblog

EVRİMCİLER SANSÜRSÜZ PROGRAMINDA YİNE DAĞILDILAR

Evrimciler Sansürsüz programında yine dağıldılar

 

 

 

 

 

 

www.evrimkomedisi.com www.harunyahya.org www.harunyahya.tv

Mayıs 22, 2010 Posted by | Evrim Teorisi | , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Tarih Boyunca Müslümanlara Duyulan Gizli Hayranlık

Belli etmemek için çoğu zaman özel bir çaba sarf etseler de iman etmeyen insanların Müslümanlara karşı duydukları gizli hayranlık nasıl deşifre olur?

Müslümanlara duyulan bu gizli hayranlığın asıl kaynağı nedir?

İslam tarihi boyunca görülen hayranlık örneklerinin bugünkü yansımaları nelerdir?

Bir insanın kişiliğini güzelleştirip üstün hale getiren, karakterini sağlamlaştıran, ahlakını güzelleştiren ve tavırlarını etkileyici kılan, asıl olarak o kişinin imanı, Allah korkusu ve takvasıdır. Bu, Allah’ın Kuran ile bildirdiği önemli bir sır, insanların dikkatle düşünüp öğüt almalarını gerektiren önemli bir bilgidir.

Kuran ahlakı, insanlara olabilecek en güçlü, en sağlam ve en güzel kişiliği kazandırır. Allah’ın, “… Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz…” (Müminun Suresi, 71) ayetiyle bildirdiği gibi, Kuran ahlakını yaşamak insanlara “şan ve şeref” kazandırmaktadır. Dolayısıyla bu ahlakı yaşayan müminler, saygı duyulacak, onurlu ve vakarlı bir karaktere sahip olur ve bu üstün özellikleri nedeniyle din ahlakına göre yaşamayan insanların birçok konuda gizli hayranlığını kazanırlar.

İman Etmeyenler Müslümanlara Neden Gizli Bir Hayranlık Duyarlar?

* Din Ahlakını Yaşamak Konusundaki Kararlılıklarından Dolayı…

İman etmeyen insanlar, yollarına çıkarılan bir engelle ya da aldıkları olumsuz birkaç eleştiriyle, gönülden inandıklarını iddia ettikleri bir konuda dahi çelişkiye düşebilirler. Dolayısıyla kendileri için önemli olan konularda bile kararlılık gösteremez ve olumsuzluklardan etkilenirler. Bu gibi kişiler kararlı bir ahlak gösterebilmek için güçlü bir inanca sahip olunması gerektiğini bilir ve müminlerin şartlar ne olursa olsun kesin bir kararlılıkla din ahlakına göre yaşadıklarına şahit olurlar. Müminlerin Allah’a her geçen gün daha güçlü bir şekilde bağlandıklarını da gördükleri için bundan etkilenir ve müminlere karşı içten içe gizli bir hayranlık duyarlar.

Müminlerin kararlılıklarının kaynağı, kuşkusuz ki Allah’a olan güçlü imanları ve O’nun rızasını aramakta gösterdikleri titizliktir. Hiçbir zorluk, tek amaçları Allah’ın rızasını kazanmak olan müminleri, O’nun emirlerini yerine getirmekten alıkoyamaz. Bir mümin alabildiğine kararlı bir tutum ile hayatı boyunca gittikçe artan bir şevk ve azim içinde kulluk görevini yerine getirir ve Allah’ın izniyle güzel ahlakı yaşamaktan vazgeçmez. Kesin bir kararlılık ve güçlü bir irade; imanla, hidayetle ve tevekkülle birlikte gelen üstün bir mümin özelliğidir. Allah’a tevekkül etmiş ve kadere iman etmiş bir kişi, hiçbir zorluk ve sıkıntı karşısında yılgınlık göstermez ve mücadele azmini yitirmez. Herşeyi yapanın Allah olduğunu bildiği için şevk ve heyecan içinde karşısına çıkan her fırsatı değerlendirir ve hayırlarda yarışır. Çünkü müminler, Kuran’da “Müminlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahde sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.” (Ahzab Suresi, 23) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah’ın rızasını kazanmak için ölünceye dek aynı kararlılığı gösteren kişilerdir.

* Olumsuz Gibi Görünen Olaylarda Dahi İtidalli ve Tevekküllü Davrandıkları İçin…

Evrendeki her varlığın Allah’ın kontrolünde olduğunu bilen bir mümin, hayatının her anında Allah’a güven duymanın ve teslimiyetin huzurunu ve mutluluğunu yaşar. İman etmeyenler içinse dünya, her an bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaşılabilecek bir kaos ortamıdır. Bu nedenle hiçbir zaman tam bir güven ve huzur duyamazlar. Hoşlarına gitmeyen en ufak bir olayda itidallerini kaybederek moralleri bozulur. Bu nedenle de olumsuz gibi görünen bir olay karşısında itidalli ve tevekküllü bir ahlak sergileyen müminlere gıpta ederler. Müminlerin nasıl bu şekilde güçlü davranabildiklerini anlamaya çalışırlar. Oysa iman etmeyen insanlar şuuruna varamasalar da Allah insanları kolay olana davet eder. İnsanın ihtiyacı olan huzur ve mutluluğu yaşamak çok kolaydır. Tek yapılması gereken, kadere teslim olup Allah’a sonsuz bir güven duymak, tam bir teslimiyetle teslim olmak ve “Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır…” (Rum Suresi, 30) ayetiyle bildirildiği üzere insanın yaratılışına uygun olan din ahlakını yaşamaktıtr.

Allah’a duyulan güven ve teslimiyet, diğer bir ifadeyle tevekkül, iman edenlerin hayatları boyunca yaşadıkları büyük bir konfordur. Mümin, Allah’ın kontrolü dışında hiçbir olayın gerçekleşmediğini bilir. Bu yüzden hiçbir olay karşısında sıkıntı, üzüntü ya da yılgınlık hissetmez. Hayatı boyunca karşılaşacağı her olay kaderindedir ve kaderini Yüce Allah belirlemiştir. Bu yüzden de mümin için hiçbir zaman “kötü” bir olay olamaz. Bazı olaylar kötü gibi gözükse de, “…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) ayeti gereği, iman eden bir kimse Allah’ın kendisi için en hayırlısını dilemiş olduğundan emin olur ve Allah’a sonsuz bir güven duyar.

* Zorluk Anlarında Birbirlerine Daha da Sıkı Kenetlendikleri İçin…

Allah’a ve ahirete inanmayan insanların birlikteliklerinin temelinde genellikle dünyevi değerlere verilen önem ve yine dünyevi menfaatlere yönelik beklentiler vardır. Bu kimseler, bir araya gelmekle bir anlamda karşılıklı bir menfaat anlaşması yapmış olurlar; taraflar karşılıklı olarak birbirlerine destek olur ve böylece ortak menfaatler elde etmeye çalışırlar.

Bu ittifaka dahil olan kimseler, birlikteliklerinin karşılıklı bir güven ya da dostluğa dayanmadığını ve her ne kadar dile getirilmese de bu ittifakın birtakım şartlara dayalı olduğunu bilirler. Taraflardan birinin menfaat sağlayıcı vasfı ortadan kalktığında, ittifak da ortadan kalkar. Çünkü kurulan bu ittifak, sadece bir güç birliğinden ve menfaat beklentisinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla da beklentiler yok olduğunda kurdukları sözde birliğin bozulması da son derece doğaldır.

İnsanlar arasında gerçek bir dostluk ve ittifakı sağlayabilecek yegane güç olan tesanüd bağının meydana gelmesi ise ancak samimi iman ile mümkündür. İman sahipleri birbirlerini, araya hiçbir çıkar ya da menfaat beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah rızası için sever, Allah rızası için birbirlerinin dostu olurlar. Bu dostluklarıyla, sağlam bir ittifakın temelini oluştururlar. İman etmeyen insanları imrendiren de zorluk anlarında daha da kuvvetlenen bu ittifaktır. Temeli Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu bağın bozulması Allah’ın izniyle hiçbir şekilde mümkün değildir. Yüce Allah iman edenlerin, Kendi yolunda birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak hareket ettiklerini şöyle bildirmiştir:

“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4)

* Kıskançlık ve Rekabetten Uzak Durdukları İçin…

Kıskançlık, insanların dünyaya olan bağlılıklarından kaynaklanan önemli bir tavır bozukluğudur. Kıskanç insanlar başkalarının iyiliğinden, güzelliğinden ya da başarısından zevk almak, mutlu olmak yerine bunlardan sıkıntı duyarlar. Kıskandıkları insanların imkana kavuşmaları onları kızdırır ve içten içe üzer. İçlerindeki bu hırs en çok da kendilerine zarar verir.

Dünya hayatının geçici bir imtihan mekanı olarak yaratıldığını kavramış olan müminlerin, bu dünyanın geçici süslerine karşı kıskançlığa kapılması mümkün değildir. Örneğin sırf zengin, iyi görünümlü ya da iyi imkanlara sahip diye bir insana karşı kıskançlık duymak, Kuran ahlakıyla bağdaşmaz. Yalnızca kaderi, tevekkülü, dünya hayatının gerçeğini ve herşeyi yaratanın Allah olduğunu kavrayamamış insanlar, rekabet ve hırs gibi duygulara kapılarak hareket ederler. Bu gerçeği bilmek ise mümini böyle bir hataya düşmekten alıkoyar. Bu güzel ahlakları, iş ilişkilerinden, aile ilişkilerine, arkadaş çevrelerinden en önemlisi iç huzurlarına kadar birçok konuda müminleri olumlu olarak etkilediği için de onların bu ahlakını gözlemleyen diğer insanlarda hayranlık duygusu uyanır. Kıskançlık ve rekabet gibi kişiyi birçok konuda geride bırakan tavır bozukluklarıyla vakit kaybetmeyen ve kendilerini yaptıkları işe odaklayan müminler, böylece iman etmeyen insanlardan her bakımdan üstün ve önde olurlar.

* Görünümleri ve Konuşma Adapları ile Her Zaman Kaliteli Oldukları İçin…

İnsanlar yaratılışları gereği, yumuşak bir tonda, başkalarını rahatsız etmeyen, incitici olmayan, alçak gönüllü bir üslupta yapılan sohbetlerden büyük bir zevk alırlar. İki tarafın fikirleri aynı doğrultuda olmasa dahi, uzlaşmacı ve saygılı bir üslupla yapılan sohbet daima olumlu bir etki uyandırır, kalbi teskin eder ve kalıcı dostluklara zemin oluşturur.

Müminler de güzel ahlaklarının bir gereği olarak konuşmalarında son derece ölçülü ve saygılı bir üslup kullanırlar. Karşılarındaki kişinin yaşı, kültür düzeyi, zeka ya da akıl seviyesi, zengin ya da fakir olması onların bu üslubunu değiştirmez. Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği “… Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76) ayeti gereği örnek bir tevazuya sahip oldukları için, karşılarındaki kişilerin düşüncelerine değer verirler.

Müminlerin etki uyandıran bu konuşma adaplarını daha da etkili kılan ise kuşkusuz dış görünüşleridir. Ruh güzelliğinin en önemli özelliklerinden biri bu güzelliğin, kişinin dış görünüşüne de yansımasıdır. Kuşkusuz dış görünüşle kastedilen öncelikli olarak, Allah’ın ruh güzelliğine sahip olan kullarına nasip ettiği nurdur. Bu nur, aynı zamanda her görende etki meydana getiren ve kişiye güven duyulmasına vesile olan bir rahmettir. Samimi ve tevazulu bir mümin, Allah’a tevekkül etmenin, fıtratına uygun olan Kuran ahlakını yaşamanın getirdiği rahatlık, huzur ve imanının etkisiyle göze çok heybetli görünür.

Tüm bu üstün özelliklerin ve ayrıcalıkların bir sonucu olarak da hikmetli konuşan ve Allah’ın nurunu üzerinde taşıyan müminlerle karşılaşan kimseler, büyük bir hayranlık duygusuna kapılırlar. Müslümanların samimiyetlerinden, yüksek kişiliklerinden ve üstün ahlak kalitelerinden ciddi şekilde etkilenirler. Böylece iman sahipleri gösterdikleri tavırlar ve yaptıkları konuşmalarla Allah’ın dilemesiyle pek çok insanın kalplerinin imana ısınmasına ve imana yaklaşmasına vesile olurlar.

Sonuç: İnsanın Fıtratı Güzel Ahlaka Hayranlık Duyacağı Şekilde Yaratılmıştır

İnsan ruhu, güzellikten zevk alacak şekilde yaratıldığı için her zaman en kusursuz olanı ve mükemmeli arar. İman etmeyen insanların müminleri gördüklerinde hayranlık duymalarının ana nedeni de budur. Yaşları, meslekleri, sosyal konumları her ne olursa olsun, Kuran ahlakına göre yaşamayan insanlar, müminlerin sergiledikleri samimi din ahlakı karşısında gizli ya da açık daima bir hayranlık duyarlar. Bu tarih boyunca böyle olmuştur ve bundan sonra da Allah’ın izniyle öyle olacaktır.

Ayrıca unutulmamalıdır ki iman etmeyen insanların -çoğu şuurunda olmasa da- aslında hayranlık duydukları Allah’ın bildirdiği Kuran ahlakıdır. Müminler Kuran ayetlerinde bildirilen üstün ve kaliteli ahlak vesilesiyle, imanları olgunlaştıkça diğer insanlarda daha da gıpta uyandıran bir ahlak ve görüntü sergilerler. Bir ayette Rabbimiz tarafından bir öğüt ve hidayet rehberi olarak indirilen Kuran’ın bu vasfı şöyle bildirilmiştir:

“… -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’an dinledik.” (Cin Suresi, 1)

1 Michael H. Hart, The 100, A Ranking Of The Most Influential Persons In Hıstory, New York, 1978
2 George Bernard Shaw, The Genuine Islam, 1936, 1: 8
3 Lamartine, Historie de la Turquie, Paris, 1854, Vol. 11
4 Jules Masserman, Who Were History’s Great Leaders? , Time Magazine. July, 15, 1974

Peygamber Efendimiz (sav)’e Yüzyıllar Boyunca Artarak Duyulan Hayranlık

Yüce Rabbimiz, Peygamber Efendimiz (sav)’e en son hak kitap olan Yüce Kuran-ı Kerim’i vahyetmiş ve onu güzel ahlakı, takvası ve Allah’a olan yakınlığı ile tüm insanlara örnek kılmıştır. Peygamberimiz (sav)’in kendisine risalet geldikten sonra hayatının sonuna kadar sürdürdüğü kutlu tebliği bugün de tüm dünyayı aydınlatmaya devam etmektedir. Bu gerçek, sık sık dünya basınının da gündemini oluşturmaktadır. Başta BBC olmak üzere pek çok televizyon kanalı Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’i anlatan belgeseller yayınlamış, özel konukların davet edildiği sohbet programları düzenlemiş ve Resulullah (sav)’i anlatan programlar hazırlamıştır.

Dünyada pek çok ilim adamı ve düşünürün kitapları Resulullah (sav)’in şahsı, üstün ahlakı ve günümüz insanının ona olan ihtiyacı gibi konularda takdir ve hayranlıklarla doludur. Örneğin Fransız dergisi “Le Point” Peygamber Efendimiz (sav)’i yılın insanı olarak seçmiş ve ünlü tarihçi Michael H. Hart “Tarihte En Önemli 100 Kişi” adını verdiği kitabında kendisinden övgü ile söz ettiği Hz. Muhammed (sav)’i “1 numaralı” sırada göstermiştir. Kitabında şu sözlere yer vermektedir:

* “Tarihte hem devlet hem de din alanında mutlak anlamda başarılı olmuş tek insan O’dur. Devlet ve dini etkinin tarihteki eşi görülmedik bir şekilde birleşmesi Hz. Muhammed (sav)’in tarihin en etkili şahsı olmasına yetmektedir.”1

Diğer ünlü devlet adamı, düşünür ve yazarların Hz. Muhammed (sav)’e hayranlık dolu ifadelerinden bazıları ise şöyledir:

* “Hz. Muhammed (sav)’in mirası açıktır ki ektiği tohumdur. Bu; onun erdemliliği, dürüstlüğü, güvenilirliği, örnek davranışları, siyasi liderliği, bireysel olarak örnek bir insan oluşu ve zamanında kimsenin izin vermediği fakat kendisinin gerçekleştirdiği büyük başarılar, yenme gücü ve nefsinin onu yenmesine izin vermemesidir. Her şeyden öte örnek alınacak büyük bir insandır.” (Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Enstitüsü Başkanı Prof. Cherif Bassiouni)

* “Olağanüstü canlılığından dolayı Hz. Muhammed (sav)’in dinine daima değer verdim. Bu din bana varlığın ve hayatın değişen çehresini özümseyebilen ve her çağa hitap edebilen tek din olarak görünüyor. O harika Zat’ı da inceledim ve o bana göre “İnsanlığın Kurtarıcısı” olarak çağrılmalıdır. İnanıyorum ki onun gibi biri modern dünyada hükümdarlığı ele geçirecek olsa, bu dünyanın en çok ihtiyacı olan barış ve mutluluğu sağlayacak bir tarzda, bütün sorunları çözer. Bir öngörüm var: Hz. Muhammed (sav)’in inancı yarının Avrupası’nda kabul görecektir. Nitekim bugünün Avrupası’nda kabul görmeye başlamıştır.”2 (1935’te Nobel Edebiyat ödülünü almış olan İrlandalı yazar Bernard Shaw)

* “Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed (sav). Kur’an Allah’ın kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş bir daha göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.” (19. Yüzyıl Alman İmparatorluğu Şansölyesi, Prens Bismark)

* “İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba O’ndan daha büyük bir insan bulunur mu?”3 (Fransız Tarihçi ve Yazar Lamartine)

* “Bütün zamanların en büyük lideri Hz. Muhammed (sav) idi.”4 (Jules Masserman, Chicago Üniversitesi)

Allah rızası için birlik içinde hareket etmek, müminlerin zorluklar karşısında başarı elde etmesinde önemli bir imani sırdır. Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları olaylara baktığımızda da zorluk ve sıkıntıların hep bu şekilde aşılabildiğini görürüz. Başta, Allah’ın tüm insanlara örnek kıldığı Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ve sahabeler olmak üzere, Müslümanlar bu ahlakı en güzel şekilde yaşamış, gösterdikleri üstün tesanüd ve fedakarlık örnekleriyle İslamiyet’in ve Kuran ahlakının tüm dünyaya yayılmasına vesile olmuşlardır.

Müslümanlara Duyulan Hayranlık Gizlenmeye Çalışılsa da Deşifre Olur

Kuran ahlakını samimi olarak yaşayan Müslümanlar, girdikleri ortamlarda hal ve davranışları ile hemen dikkat çekerler. Kaliteli ve asil tavırları, her konuda kendini belli eder. Bunun bir sonucu olarak da bu kaliteyi görenler, Müslümanlara imrenir ve bu takdirlerini dile getirirler. Bazı insanlar ise kimi zaman kıskançlıkları veya kibirleri dolayısıyla aslında Müslümanlara hayranlık duymalarına rağmen bunu belli etmemeye çalışırlar. Müslümanlar hakkında olumsuz, küçümseyen yorumlar yaparak, alaycı ifadeler kullanarak bu hayranlıklarını gizlemeye çalışırlar. Ancak Müslümanlara duydukları hayranlık bir şekilde dışa yansır. Bu yansıma kimi zaman espri, ima gibi üstü kapalı ifadelerle kimi zaman da açık ifadelerle ortaya çıkar. Müslümanlar her alanda Allah’ın izniyle bir üstünlük içinde olduklarından -belli edilmese dahi- bu güzel ahlaklı insanlara karşı içten içe içten içe böyle bir hayranlık her zaman mevcuttur.

(www.kuranahlaki.com)

Şubat 4, 2010 Posted by | Tarih | , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Xavier İslam’ı seçti

Xavier İslam’ı seçti / Takvim Gazetesi / 23.12.2009

Basının karşısına çıkan Faysal Xavier, 2003 yılında G.Saray’da oynarken ilk kez İslamiyetle tanıştığını, İslam dininin barındığı; barış, eşitlik, özgürlük ve umut gibi özelliklerin kendisini çok etkilediğini belirtti.Xavier kariyerinin bundan sonrasını Afrika’daki açlar için çalışarak ve iyilik peşinde koşarak geçireceğini açıkladı.

www.altincag.com

www.harunyahya.org

www.hazretimehdi.com

Ocak 31, 2010 Posted by | Haberler | , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Darwinistler İnsanlara “Sorumsuzluk” Telkini Verirler

DARWİNİSTLER, İNSANLARA “SORUMSUZLUK” TELKİNİ VERİRLER

Tarih boyunca materyalizmin en büyük amacı, insanları bir Yaratıcı’nın varlığı inancından uzaklaştırmak ve insana, bir maddeden fazla bir şey olmadığı yalanını aşılamaya çalışmaktır. Buradaki amaç, insana sorumsuzluk telkini vermek ve onu sözde evrim geçiren hayvandan başka bir şey olmadığına inandırmaktır. Darwinizm, materyalist mantığın bir devamı olduğundan, bu telkini vermek insanları Darwinizm’e daha fazla yaklaştırır. Çünkü sorumsuzluk duygusu, Allah inancı tam kalbine yerleşmemiş olan insanlara cazip gelebilir. Sorumsuzluk düşüncesi ile insanlar dünyanın zevklerine daha rahat sahip olabilecekleri yanılgısına kapılırlar. Yaşamları boyunca Allah’a karşı yerine getirmeleri gereken yükümlülüklerin farkında değilmiş gibi davranırlar. Allah’a ibadet etmek, ahiretin varlığını düşünerek yaşamak, nefsin telkini olan kötülüklerden sakınmak ve daima güzel ahlaklı olmak gibi Kuran ahlakının getirdiği sorumluluklardan uzaklaşabileceklerine ve bu şekilde kendi akıllarınca rahat edebileceklerine inanırlar. Oysa rahatlık olarak düşündükleri bu sistem, tam tersine büyük bir sıkıntı kaynağıdır. Güzel ahlaktan kaçınarak rahat edeceğini zanneden kişi, güzel ahlakı yaşamamanın verdiği manevi boşlukta sürekli sıkıntı içinde yaşar. Bencil olunca güçlü olacağını, adaletsiz davranınca menfaat sağlayacağını zanneden kişi, sürekli olarak bu çirkinliklerin acısını yaşar. Gösterdiği kötü ahlak kendisine döner. Kimsenin kimseyi sevmediği, kimsenin kimse için fedakarlıkta bulunmadığı, kimsenin kimseye vefa göstermediği, kimsenin kimseyi koruyup kollamadığı, adaletin, şefkatin, merhametin olmadığı bir ortamda yaşamanın maddi ve manevi kayıplarıyla ömrünü tüketir. Kısaca, Darwinistlerin verdikleri sorumsuzluk telkini, bazı kimselerin zannettiği gibi onların hayatını kolaylaştıran değil, tam tersine zorlaştıran, çirkinleştiren, maddi ve manevi olarak onlara azap getiren bir hale dönüşür. Nitekim bugün pek çok Batı ülkesinin yaşadığı sosyal çöküntü düşünüldüğünde bu gerçek daha iyi anlaşılacaktır.
Tüm bunlara rağmen düşünmekten kaçınan bazı insanlar Darwinizm’e inanmaya daha yatkın hale gelebilirler. Çünkü bazı insanlar, kimi zaman yaşamlarının “basitleştiğini” zannederek rahatlama eğiliminde olabilirler. Çoğu kişiye hayvandan türeyen sorumsuz bir varlık olduğunu düşünmek sakıncalı gelmemektedir. Darwinizm de tam olarak bunun gereğini yapar, insanı adeta bir böcek veya bir sinek ile eşit tutar.
Evrimci paleontolog Stephen Jay Gould, bu mantığı şöyle özetlemektedir:
İnsan, hayatın devasa büyüklükteki çalılığında sonradan ortaya çıkmış, büyük ölçüde tesadüfi minik bir sürgünü temsil etmektedir sadece.


Richard Dawkins

Ateist Richard Dawkins’in destek verdiği çeşitli ülkelerde gerçekleşen otobüs afişleri, söz konusu çirkin propagandanın çok net ve açık örneğidir. Dawkins’in destekçiliğini yaptığı otobüs afişleri, ateizm telkinini vermekte ve böylelikle kendince insanlara “sorumsuzca yaşamanın tadını çıkarmalarını” öğütlemektedir. Fazla derin düşünmeyen bir insan bu çağrıyı oldukça gerçekçi bulabilir ve söz konusu Darwinist telkin oldukça hızlı bir şekilde verilmiş olur. Her şey öylesine basit izah edilmiştir ki, kişi, nasıl büyük bir yanılgının içine düştüğünü, nasıl aldatıldığını fark etmez bile.

Oysa bu afişler, büyük bir sahtekarlıktan, ciddi bir yanılgıdan ibarettir. Bir insan, iman etmese de Allah’ın yüce varlığının delillerini sürekli görmekte, istese de istemese de Allah’ın yarattığı kaderi yaşamaktadır. İman delilleri – gerçekten görebilen ve akledebilen insanlar için – her yerdedir. İnsan, yalnızca iman ve Allah sevgisiyle mutluluğa erişebilir, yaşadıklarından zevk alabilir. Dünyadaki güzellikleri insana nimet olarak yaratan Allah, elbette Kendisi’ni en fazla sevene ve Kendisi’ne en fazla yakın olana bu nimetlerin güzelliğini ve zevkini tattıracaktır. İnkarcılar, nimeti de zevki de verenin Allah olduğunu unuttuklarından, sorumsuz ve sınırsız yaşadıklarında mutluluğa erişebileceklerini zannederler. Oysa Allah’tan gafil, sınırsız ve sorumsuz yaşamak, onlara her zaman zulüm, sıkıntı ve yıkım getirmiştir. Nimetler belaya dönüşmüş, alınacak zevkler daima hüsranla sonuçlanmıştır. Bu insanlar, Allah’a yakın olmanın, Allah’a iman etmenin güzelliklerini düşünemediklerinden, nimetin tümünü Allah’ın vereceğini kavrayamadıklarından, böyle sahte propaganda yöntemlerinin başarılı olacağını zannetmektedirler. Oysa ne kendileri güzel ve huzurlu bir hayat yaşayabilirler, ne de etraflarındaki insanları etkileyebilirler. (Dawkins’in savunuculuğunu yaptığı ateist otobüs afişleri, pek çok ülkede tepki görmüş, Finlandiya gibi bazı Avrupa ülkelerinde aşırı tepki çektiğinden otobüs şoförleri boykota gitmiş, otobüs şirketleri bu afişleri kullanmama kararı almış, halk tarafından söz konusu afişler yırtılmıştır. Bunun sonucunda pek çok yerde söz konusu afişler yasaklanmıştır.)
Bu telkinin en yoğun verildiği bir başka yer ise okullardır. Bir yüksek okul ders kitabı olan Biology, öğrencilere, “hayatın doğası”nı öğrenirlerken şu düşünceyi akıllarında tutmaları gerektiğini öğretir: “Evrim tesadüfidir ve tasarlanmamıştır”. Üniversite ders kitabı Life: The Science of Biology‘i okuyan öğrenciler ise şu ifadeyle karşılaşırlar: “Darwinci dünya görüşü, sadece evrim süreçlerini kabul etmek değil, aynı zamanda evrimsel değişimin nihai bir amaç veya duruma yönelik tasarlanmamış olduğu görüşünü de kabul etmek anlamına gelir”. Bir insanın tesadüfen var olduğu yalanını, kör, şuursuz rastlantıların sonucu olarak var olduğu aldatmacasını öğreten bir eğitim sistemi kuşkusuz genç zihinlerin anarşiyi, çatışmayı, katliamı, ezmeyi, acımasızlığı, bencilliği makul gören son derece tehlikeli fikirlerle zehirlenmesi demektir ve bu telkinleri alan insanların istenilen şekilde yönlendirilebilmeleri de mümkün görünmektedir. Örneğin Douglas Futuyma’nın Evolutionary Biology adlı ders kitabının öğrencilere öğrettiği yanılgı şudur:
Darwin’in kör, amaçsız doğal ayıklanma yoluyla işleyen tesadüfi, amaçsız değişimler teoremi, niçin’le başlayan neredeyse tüm sorulara devrimci yeni bir cevap sunmaktadır. Çeşitli organizmaların varlıkları ve özelliklerinin bu tamamen mekanik, metaryalist açıklamasının derin ve tedirgin edici anlamı, insan davranışı dışında doğanın herhangi bir yerinde bir tasarı, amaç ya da hedef bulunduğuna dair bir kanıta rastlamadığımızdır, buna ihtiyacımız yok zaten.
Futuyma bilim dışı açıklamasına şöyle devam etmektedir:
Öncelikle Darwin’in evrim teorisi, onu takiben Marx’ın materyalist tarih ve toplum anlayışı (yetersiz ve yanlış olsa da) ve Freud’un insan davranışılarına yönelik atıfları, öteden beri Batı düşüncesinin büyük ölçüde sahnesi olmuş mekanikçilik ve materyalizm platformuna hayati bir dayanak sağlamıştır.”
Oysa tüm bunlar büyük bir aldatmacadır.
İnsan, herşeyi basit ve bilinçsiz olarak algılayarak sorumluluklarından kurtulmuş değildir. Sorumluluklarından kurtulma duygusu da insanları rahatlatıp mutlu edecek değildir. İnsan bu duyguyu üzerinden attığında, bir anda dünya zevklerine sahip olmayacak, bir anda tüm dertlerinden kurtulmayacaktır. Ateist ve Darwinistlerin bilmedikleri veya kabul etmeyi reddettikleri önemli bir gerçek vardır: Her şeyi Allah yaratır. Dünyadaki nimetleri de, zevkleri de yaratan Allah’tır. Dolayısıyla insana dünyadaki güzelliklerden zevk alma ve rahat yaşama hissini verecek olan da Allah’tır. Allah dilerse, tüm nimetler, bolluk ve refahlık içinde bir insana en derin mutsuzlukları ve azapları yaşatabilir. İnsan, tüm zevkleri doyumsuz yaşamak için ne kadar çaba gösterirse göstersin, ona zevki ve mutluluğu verecek olan yalnızca     Allah’tır. İşte ateistlerin ve Darwinistlerin en büyük yanılgıları bu gerçekten gafil olmalarıdır.
Sorumsuz olduğunu düşünen bir insan, herkes gibi sürekli sevgi, rahatlık ve güven arayışı içindedir. Ama kendisi gibi düşünen insanların oluşturduğu bir toplum içinde bunların hiçbirine sahip değildir. Sorumsuz insan yaşamı boyunca, bir gün mutlaka öleceğini unutmaya çalışır. Oysa sürekli ölümle muhataptır. Etrafındakilerin ölümünü izler, hastalıklara, kazalara sürekli olarak şahit olur. Bir böceğin ölümü bile kaçmaya çalıştığı ölümü ona mutlaka hatırlatacaktır. Ölümü ne kadar inkar etmeye çalışsa da ölüm korkusu tüm bedenini eninde sonunda kaplar. Etrafında ölen ve kendi inancına göre yok olup giden insanlar için üzüntüye boğulur. Kendi bedeninin geçen zamana karşı koyamadığını, sürekli ölüme doğru yaklaşmakta olduğunu inkar edememeye başlar. Ölümü reddetmek ona rahatlık değil, tam tersine korku, endişe ve sıkıntı getirir.
Sorumsuz yaşamak insana aslında tüm sıkıntı ve zorlukların kapısını açar. Her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu takdir edemeyen bir insan gelecekten ölesiye korkar. Tüm rızkın sahibinin Allah olduğunu takdir edemeyen bir kişi, hayatı boyunca bir yerlerden kazanç sağlama hırsı peşinde olur ve neredeyse bütün hayatı bu uğurda mahvolur. Allah’ın ahirette insanın tüm güzelliklere sahip olabileceği eşsiz bir hayat yaratmış olduğunu bilmeyen bir insan, hep kendi inandığı sistem içinde gerçek sevginin, gerçek dostluğun, gerçek vefanın yaşanmasını bekler. Oysa gerçek sevgiye bu dünyada ancak Allah için yaşadığı takdirde sahip olacaktır. Allah için yaşamadığı sürece hiçbir zaman bu beklentisi karşılık bulamaz. Gerçek sevgi ve vefaya ulaşamadan ömrünün hızla geçmekte olduğunu fark eder. Hiçbir geri dönüşü yoktur. Gelecekte olacakları hep dehşet içinde bekler.
Kendi inancına göre, yalnızca bu dünyadaki birkaç on yıla sahiptir. Ahiret inancı olmadığından, birkaç on yıl sonunda “yok olacağını” düşünür. Yok olacağını bile bile birkaç on yıl bu dünyada yaşamak insana nasıl bir mutluluk, zevk ve huzur verebilir ki? Elbette veremez. İşte bu nedenle hiçbir ateist, iddia ettiği gibi hayatın tadını çıkaramamakta, gelecekte kendisini nelerin beklediğini yalnızca endişe ve korku içinde izlemektedir.
Böyle bir insan, yaşamının sonuna geldiğinde, tüm hayatının boş ve sonuçsuz beklentiler içinde geçmiş olduğunu fark edecektir. İşte sorumsuzluğun insana getirdikleri bunlardır. Bir insan eğer ahireti ummuyorsa, başıboş ve tüm değerlerden yoksun yaşamak istiyorsa, bunun korkunç sonuçlarıyla da er geç karşılaşacaktır. Nitekim intiharlar, kavgalar, savaşlar, cinayetler, katliamlar, hırsızlık, tecavüz ve yolsuzluklar, bu sorumsuz yaşamın birer sonucudur.
Oysa Allah, “İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet Suresi, 36) ayetinde belirttiği gibi, insanı sorumsuz yaratmamıştır. İnsana huzur verecek olan, insanı doğru ve güzel yaşamaya, endişe, korku ve sıkıntı duymadan bir hayat geçirmeye yönlendirecek olan, yalnızca Allah korkusu ve Allah sevgisidir. Allah’tan korkan bir insan, Allah’a hesap vereceğini bilir, vicdanına aykırı yaşayamaz. Allah’tan korkan bir insan başkasına zarar veremez, kötü ahlak sergileyemez, insanları rastgele varlıklar olarak kabul edemez. Allah’a güvenen bir insan kendisini yaratanın, yaşatanın, kendisine rızık verenin, kendisine sağlık ve güç verenin Allah olduğunu ve bunları yalnızca Allah’tan isteyebileceğini bilir. Allah’tan korkan bir insan, Allah’ın yarattığı hayırlı bir kadere tabi olduğunu, bu dünyada yalnızca imtihan edildiğini, asıl hayatın ahirette Allah’ın takdir edeceği sonsuz bir yaşam olduğunu bilir. İşte bu nedenle bu dünyada sürekli olarak bir çaba içindedir. Allah’a karşı sorumlu olduğunu, Allah’a hesap vereceğini, Allah’ın kendisini başıboş ve sorumsuz yaratmadığını bilir.
Nimetler onun için sevinç vesilesidir, nimetlerin hakkını verecek, onlardan zevk alacak olan da yalnızca iman edenlerdir. İnsanlar zevklerin tümünü sınırsız olarak yaşadıklarında tatmine ulaşacaklarını zannederler. Oysa bu sınırsızlık, nimetlerden bıkma, hatta iğrenme aşamasına getirir insanı. Zevk almayı beklediği güzellikler, insan için bir anda belaya, külfete dönüşür. Ama nimetleri Allah için sevmek, Allah yarattığı için nimetlerden zevk almak başka bir ruh halidir. Bunu yaşayan bir insanın aldığı zevk olağanüstüdür. Ve bu bilinçte yaşamanın karşılığı, Allah’ın dilemesiyle, dünyada ve ahirette güzel bir yaşamdır.      Allah ayetlerinde şöyle bildirir:
Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah’tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Yunus Suresi, 62-64)

Ocak 21, 2010 Posted by | Evrim Teorisi | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın